29 Nisan 2011 Cuma

Barajı Geçen Partilerin de Oyları Çöpe Gidebilir!!!

Bugün İlk Kurşun'da ilginç bir yazı okudum. Aslında ilginçliğinden çok, bilgi verici bir yazı... Türkiye'de hangi ilden hangi partinin kaç milletvekili çıkardığını örnek üzerinden anlatıyor...

Hep merak etmişimdir, örneğin İzmir'de, seçim sonrasında hangi partinin kaç milletvekili çıkardığı ya da diğer bir deyişle, milletvekillerinin partilere göre dağılımı nasıl belli oluyor diye...

Öncelikle partilerin Türkiye genelinde aldığı oy, yani barajı geçip geçmediği önemli... Eğer bir parti barajı geçemediyse, ona verilen oylar - halkın deyimiyle - doğrudan çöpe... Geçen partilerin oyu da il bazında özel bir değerlendirmeye tâbi tutuluyor. Tabiî burada bağımsızlar da devreye giriyor... Bu noktada bağımsızların durumu önemli, zira bağımsızlar Türkiye genelinde değerlendirilmediği ve sadece il bazında değerlendirildiği için önlerinde baraj gibi bir dert yok ve oylar boşa gitmiyor.
 
 
Yazar Ayşe Meral, yazısında, ilginç bir değerlendirmeye yer vererek sadece barajı geçemeyen partilere verilen oyların değil, geçenlere verilen oyların da çöpe gittiğini vurguluyor:

"Bağımsız adaylara baraj yok! Yeterli miktarda oy alan Bağımsız aday milletvekili olur. Türkiyede seçim sistemi Barajlı d’hount sistemidir. Partilere baraj vardır. Barajı geçenin dahi pek çok oyu çöpe gider. Yeterli sayıyı tutturan Bağımsız adayların ise tek bir oyu bile çöpe, boşa gitmiyor..."

Yazar Ayşe Meral, bu değerlendirmesinin ardından verdiği örnekle hem illerdeki milletvekili dağılımını, hem barajı geçenlere verilen oyların da çöpe gidebileceğini, hem de bağımsızların durumunu gözler önüne seriyor:

"...Balıkesir Örneği ile size açıklamak istiyorum. 

Türkiye de uygulanan barajlı D’hont Sistemine göre barajı geçen Partilerin aldıkları oylar, önce 1'e, sonra 2'ye, sonra 3'e, sonra dörde, 5'e, 6'ya, 7'ye, 8'e bölünerek gidiyor...

2007 seçimlerinde, Balıkesir'de partilerin aldığı oy ve çıkarttıkları milletvekilleri sayısı;

AKP        CHP       MHP

287.441  168.593  109.769

Bölme işlemi;

287,441 168,593 109,769

143,720 84,296 54,884

95,813 56,197 ……..

71,860 42,148

57,488 ……..

………

Bütün “bölüm”ler hangi partinin olduğuna bakılmadan alt alta büyükten küçüğe sıralanır:

287,441 Akp 1.milletvekiliğini alıyor

168,593 Chp 2.milletvekiliğini alıyor

143,720 Akp 3.milletvekiliğini alıyor

109,769 Mhp 4.milletvekiliğini alıyor

95,813 Akp 5. milletvekiliğini alıyor

84,296 Chp 6.milletvekiliğini alıyor

71,860 Akp 7.milletvekiliğini alıyor

57,488 Akp 8. milletvekiliğini alıyor

Bu durumda AKP 5 Milletvekili, CHP 2 Milletvekili, MHP 1 Milletvekili çıkarttı...

Son çıkan Milletvekilinin oy sayısı 57.488.

Eğer bir bağımsız aday olsaydı ve bu sayıdan 1 fazla oy alsaydı 8. Milletvekiliği AKP'nin değil Bağımsız adayın olur ve AKP'nin 57.488 oyu çöpe gider, AKP 5 değil 4 Milletvekili çıkarırdı.

Diğer çöpe giden oylara bakalım;

CHP'nin 42.148 Oyu çöpe gitmiş. MHP'nin 54.884 oyu çöpe gitmiş. DP zaten barajı aşamadığı için 61.390 Oyu baştan çöpe gitmiş. Yine Genç Partinin de 29 bin küsur oyu baraj nediyle çöpe gitmiş.

Yani CHP'ye, MHP'ye, DP'ye yaramayan çöpe giden oylar, AKP'ye yaramış!
.."

İlginç... Belki bazılarınız yeni mi öğreniyorsun diyebilir... Evet, özellikle bu değerlendirmeyi ilk defa okudum, öğrendim... Belki benim gibi olanlar vardır diye koydum... Yazının tamamını ise buradan okuyabilirsiniz...

25 Nisan 2011 Pazartesi

Bree Olson Murat'ın Evlilik Teklifini Kabul Etsin!!!

Türk internet âlemi 3 gündür, dünya gündemini sarsan bir Türk'ü konuşuyor. İsmi Murat Yazgı. Konu, bu şahsın Rachel Marie Oberlin ablamıza ya da bilinen adıyla Bree Olson namlı pornocu ablamıza (abla dediğime bakmayın, kendisi 1986 doğumlu ve benden bir yaş küçük) evlilik teklifi. Bir zaytung haberi gibi dursa da değil, gerçek!.. Haberi halen daha okumayanlar buradan buyursun... Ben haber sitesinde, daha haberin başlığını okuduğumda "kesin Türk'tür" dedim. Haberi okuyunca da hiç şaşırmadım...


Her şey aslında Bree'nin 20 Nisan'da twitter'a yazığı mesaj ve koyduğu resimle başlıyor. Şöyle demiş Bree ablamız: "Umarım herkes posta kutuma gelen sayısız hayran mektubunu cevaplamak için ne zorluklar çektiğimin farkındadır." Ardından da Murat'ın yazdığı mektubu yayınlamış.





Mektubu okudum. Mektup evlilik teklifinden veya aşk ilanından çok İslam'a davet havası içeriyor. Bu mektubu yazarken, gönderirken nasıl bir ruh hâlindeydi Murat, gerçekten merak ediyorum. Egonomik'te belirtildiği gibi "o mektubu yazarken, üşenmeden PTT’ye kadar yürürken, elinde numara ile sırada beklerken ve hatta gişelerde “Evet, Nivyorka gidecek” derken ne tür bir haleti ruhiye içerisinde olduğunu yemin ederim aklım almıyor. Vesikalık resmini bile göndermiş ya!" 

Ben de asıl şunu merak ediyorum: Murat Yazgı, Bree Olson'un ev adresini nasıl ve nereden buldu? Bree Olson bu mektubu aldığında okuyabildi mi ya da kime okuttu? Okuduysa-okuttuysa anlayabildi mi?

Bir diğer merak ettiğim husus da Murat bu mektubu yazarken Bree'nin "gerçekten" kabul edeceğini mi düşündü? Yani Bree mektubu okuyacak, etkilenecek ve teklifi kabul edecek, öyle mi? Okuduğu mektuptan etkilenecek, "Murat gel al beni bu hayattan erkeğim. Evinin kadını çocuklarının anası olmak istiyorum." mu diyecek ya da en azından "Çok etkilendim. Benim Murat'a mutlaka vermem lazım." mı ya da "Murat'a veresim geldi" mi diyecek? Peki, diyelim ki Bree kabul etti, ne diyeceksin Murat ailene, nasıl kabul ettireceksin? "Kız ne iş yapıyor" diye sorduklarında "pornocu" mu diyeceksin? Kız kabul etti, geldi diyelim, ailene ne diyeceksin? Uçaksavarlarla kovalarlar sizi yeminle. Arkadaşların "Murat, zamanında yengeye bakarak çok asıldık, pardon." dediklerinde, "Murat gece dayanamadım yengenin eski videolarından birini izledim." dediklerinde ne diyecek, ne hissedeceksin?... Yani Murat, sen bu mektubu yazarken ne içtin, ne hissettin cidden merak ediyorum... Ha, medeni cesaretini tebrik ediyorum, o ayrı. Eminim, olayların bu noktaya gelebileceğini düşünmedin, ihtimal vermedin. Ama, bunu netten yapsaydın (evini bulduğuna göre epostasını, facebook'unu filan da bulurdun) belki bu kadar olmazdı ya da ne bileyim "Sizi beğeniyorum, hayranınızım, İstanbul'a gelin, geldiğinizde - ya da genel olarak - sizinle tanışmak isterim." filan deseydin. Evlilik teklifi ne Murat?

Bu haberle birlikte şu çıkıyor ortaya: Öyle sevdiğiniz her ünlüye mektup göndermeyin, hele hele evlilik teklif etmeyin, maazallah böyle rezil olursunuz dünya âleme... (Yalnız burada Bree Olson'a, kendisine gelen özel bir mektubu afişe ettiği için teessüf ediyorum!!!)

Son olarak, Murat Yazgı'yı merak edenler için, burada belirtildiğine göre blogu varmış. Tabiî bu blog gerçekten onun mu, oradaki resim gerçekten ona mı ait bilmiyorum... Ve burada belirtildiği gibi, Murat Yazgı ismi google'da arama rekoru kıracak. Zira Türkiye'nin en popüler isimlerinden biri şu anda kendisi. Bree Olson videolarında da - bu bahaneyle - izlenme oranında artış görülecektir.

Bree Olson'un mektubu yayınladığı sayfadaki yorumlarda belirtildiği gibi ben de diyorum ki: Sakın hayır deme! Kabul et! Daha iyi bir koca bulamazsın!!!

Not: Konuyla ve konunun kahramanlarıyla ilgili ekşisözlükte yer alan yorumlara bakmadan olmaz!!! Burada belirtildiği gibi sonunda şöyle bir şey çıkar mı acaba: "Evlenme vaadiyle kandırılan porno yıldızı"

13 Mart 2011 Pazar

Bu Kadar Kötü Bir Forma Galatasaray'a Yakışmadı

Eskiden futbol hastası sayılırdım, hele ortaokuldayken felakettim. Ama yıllar geçince, hayat ilerleyip ilgilendiklerim değişince futboldan uzaklaştım. Öyle ki TV'de denk gelince bile pek izlemiyorum, işte öyle bakıp geçiyorum bazen, o da özetlerine veya futbol programlarına. Neyse...

Dedim ya, futboldan o kadar uzaklaşmışım ki bu haftasonu maç olduğunu bile unutmuşum. Akşam TV'de zap yaparken TRT'de Ankaragücü-Galatasaray maçının özetlerine denk geldim. Ankaragücü 3-2 kazanmış maçı, tebrikler...

Yalnız, maçın özetlerini izlerken, maçtan çok Galatasaray'ın formasına takıldı gözüm, maçtan çok formaları izledim. Bir Beşiktaşlı olarak beni ilgilendirmez ama Galatasaray'ın kendine adam gibi bir tasarımcı bulması gerek... Daha önce Galatasaray'ın 100. yıl logosu rezaleti vardı, ki o logoda, dikkat edilirse aslanın kuyruğuyla "fb" yazılıydı...

Bu logo rezaletinden sonraki 2. rezalet de bu akşamki Ankaragücü maçındaki forması. Tam anlamıyla rezaletti. Bakar mısınız şunlara, sanki amatör ligte oynayan bir takım. Özensiz ve berbat bir tasarım, kötü bir renk seçimi... Numara kısmı zaten ayrı felaket, yazı stili kötü. Daha da önemlisi sanki yapıştırma gibi. Hani dizilerde olur ya, reklam kısmını göstermemek için formalara bant yapıştırılır, aynen ona benziyor...


Halbuki Ankaragücü'nün forması öyle değildi, gayet güzeldi, beğendim yani...



Bu formalar Galatasaray'a yakışmıyor. Benim anlamadığım, koskoca Galatasaray'da adam gibi bir tasarımcı yok mu? Bu formaları kimse incelemiyor mu? Allah'ın bir kulu da çıkıp "aga bu ne biçim forma böyle" demiyor mu? 

Peki, bir Beşiktaşlı olarak Galatasaray'ın forması beni niye gerdi? Yukarıda dediğim gibi, beni ilgilendirmez aslında ama ben göz zevki için bunları ifade ediyorum... Tamam belki duygusal açıdan Beşiktaş'ın formalarındaki kusurları pek göremem ama diğer takımların formalarını çok eleştirmişimdir. Galatasaray'ın, Fenerbahçe'nin formalarını çok eleştirdiğim oldu, ancak beğendiklerim de oldu. Bir ara Fenerbahçe'nin koyu lacivert bir forması vardı, çok beğenmiştim. Hatırlıyorum, "Fenerbahçeli olsaydım bu formayı kesin alırdım." demiştim. 

Sözün kısası ve de özeti, bu akşamki forma şu güne kadar gördüğüm en kötü formaydı. Bence Galatasaray hemen kendine bir tasarımcı bulsun ya da varsa da tasarımcısını değiştirsin. Galatasaray gibi bir takıma bu forma yakışmıyor...

Türkiye'de İnternet-Bilgisayar Kullanım Oranları

Bilgi çağıydı, internetti, bilmem neydi derken her evde internet, hatta daha da ötesi neredeyse her evde bilgisayar olduğunu düşündük. Ama gerçekler o yönde değil. TÜİK'in 18 Ağustos 2010 tarihinde yayınladığı verilere göre son yıllarda hem internet hem de PC kullanımı artmış ancak bu henüz nüfusun yarısına bile eşdeğer değil. Şu bir gerçek, evet müthiş bir artış var bu yönde, öyle ki 2007'den 2010'a internet erişimi olan hane sayısı 2 katın üstüne çıkmış, hatta son yılda (2009-2010) 1/3 oranında artmış...


Tabiî raporda belirtilmemiş ama şahsî kanaatim bu kullanımın batıda daha yoğun olduğu yönünde, zira biz batıda oturanları, hele hele İzmir gibi büyükşehirlerde oturanları "artık her evde bilgisayar var, internet var" şeklinde konuşturtan, düşündürten, hatta aksi bir durumla karşılaşıldığında "nasıl olur ya" şeklinde şaşırmayla ağzını bir karış açık bırakan durumun kaynağı da oturduğumuz yer ve bölge...

Neyse, TÜİK verilerine göre "İnternete erişim imkânı olmayan hanelerin %26,3’ü İnternet kullanımına gerek duymadıklarını belirtmişlerdir. ADSL %73,3 ile hanelerde kullanılan en yaygın İnternet bağlantı türüdür." Erkeklerin % 53,4'ü ve kadınların % 33,2'si bilgisayar kullanırken, internet kullanımında bu oran % 51,8'e % 31,7 şeklinde...

Merak edenler, ilgi duyanlar, araştırma yapanlar ilgili rapora TÜİK'in sitesinden ulaşabilir...

7 Mart 2011 Pazartesi

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü


"8 Mart 1857 tarihinde New York’taki bir tekstil fabrikasında 40.000 dokuma işçisi greve başlamıştı. Grevin gerekçesi ise, daha iyi çalışma koşulları elde etmekti. Ancak yapılan bu grev sonucunda polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 100 bini aşkın kişi katıldı.

26-27 Haziran 1910 tarihinde Kopenhag’da 2. Sosyalist Enternasyonal’e bağlı toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına, 8 Mart'ın "Internationaler Frauentag" (International Women's Day - Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.

İlk yıllarda belli bir tarih saptanmamıştı ve değişen tarihlerde fakat her zaman ilkbaharda anılıyordu. Tarihin 8 Mart olarak saptanışı 1921'de Moskova'da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı'nda gerçekleşti ve bu günün "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanması kararlaştırıldı. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yılları arasında bazı ülkelerde anılması yasaklanan Dünya Kadınlar Günü, 1960'lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri'nde de anılmaya başlanmasıyla daha güçlü bir şekilde gündeme geldi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını kabul etti. Birleşmiş Milletler'in sitesinde günün tarihine ilişkin bölümde, kutlamanın New York'ta ölen işçilerin anısına yapıldığı yazılmamıştır.


8 Mart, Türkiye’de ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmıştır. 1975 yılında ve onu izleyen yıllarda daha yaygın, ve yığınsal olarak kutlandı, kapalı mekanlardan sokaklara taşındı. "Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı" programından Türkiye'nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında "Türkiye 1975 Kadın Yılı" kongresi yapıldı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi'nden sonra dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmadı. 1984 yılından beri düzenli olarak her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından "Dünya Kadınlar Günü" kutlanmaktadır. Ülkemizde her yıl kutlanan kadınlar günü, sembolik olmaktan öteye gidememektedir. Çünkü hala erkek egemen bir toplum yapısı içinde, kadına gereken önem ve değer verilememektedir."

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nün tarihçesi bu şekilde. Bu tarihçeyi ağırlıklı olarak wikipedia'dan aldım ve ayrıntısını da gene oradan okursunuz...

Ülkemizde (ve dünyada da) kadın olmanın ne denli zor olduğunu biliyoruz. Bir erkek olarak, kadınların yaşadıklarını yaşamadığım için bu konuda ahkam kesmek hem zor hem de laubalilik olur. Dolayısıyla bu tür bir laubaliliğe girmek istemiyorum. 

1 Mart 2011 tarihinde Hürriyet yazarlarından Kanat Atkaya, Amerikalı yazar Jessica Valenti'nin kitabını köşesine taşımış. Kitabın adı: He's A Stud, She's A Slut. (Erkekse Damızlık, Kadınsa Sürtük). Valenti'nin yazdıklarından bir kısmını okuyunca, bir ara "acaba Türkiye'yi mi yazmış" derken Amerika'yı ve Amerikan toplumunu anlattığını görünce bunun sadece ülkemize ait bir durum değil tüm dünyada görülen (hem de benzer şekilde) bir durum olduğu görülüyor.


Son yıllarda ülkemiz maalesef kadın ölümleriyle de anılıyor. Öyle ki, özellikle son 7 yılda kadın cinayetleri, töreydi, namustu, bilmem neydi derken % 1400 artmış. Bir rekor aranıyorsa, buyrun işte size rekor!.. Konuyla ilgili olarak Türksolu'ndan Nevin Apaydın güzel bir yazı yazmış, okumanızı öneririm...


Bu vesileyle tüm kadınların "8 Mart Dünya Emekçi Kadnlar Günü"nü kutlarım...

6 Mart 2011 Pazar

Günde Ortalama 4 Milyon Ekmek Çöpe Atılıyor!!!

İnternette gezinirken bir haber dikkatimi çekti. Konu ekmeklerin çöpe atılması... Ülkemizde o kadar aç insan varken bu ekmekler neden çöpe atılıyor? Artı günde 4 milyon ekmek demek yılda yaklaşık 1,5 milyar ekmeğin çöpe atılması demek. Varın, yılda kaç yüz milyon liranın çöpe atıldığını siz hesap edin!!! Hem ekmek kutsal diyeceksin hem de ekmeği çöpe atacaksın!!! Hem israf haram, günah diyeceksin, hem de ekmeği yani parayı çöpe atacaksın!!! Bir de bunun üstüne açım diyeceksin, yoksulum diyeceksin!!!


"Balıkesir Fırıncılar Odası Başkanı Niyazi Tunç, Türkiye’de günde ortalama 4 milyon ekmeğin çöpe atıldığını söyledi.

Tunç, bu rakamın, nüfusu 4 milyondan az olan Litvanya, Arnavutluk, Ermenistan ve bu ölçekteki 70`e yakın ülkenin ekmek ihtiyacına eşit olduğunu vurguladı.


Ekmeğin tarladan sofralara gelene kadar zor bir süreçten geçtiğini ifade eden Oda Başkanı Tunç, son yıllarda dünyayı tehdit eden açlık tehlikesinin önüne, ekmek israfına mani olarak geçilebileceğini savundu. Balıkesir'de günde ortalama 10 bin ekmeğin israf edildiğini, bunun da yaklaşık 5 bin liraya tekabül ettiğini belirten Niyazi Tunç, vatandaşların yiyecekleri kadar ekmek almasnı istedi.

Türkiye'de ekmek israfı konusunda henüz yeterli istatistik olmadığının altını çizen Balıkesir Fırıncılar Odası Başkanı, 'Ülkemizde günlük ekmek tüketiminin 80 milyon tane olduğunu ve yüzde 5'inin israf edildiğini düşünürsek, her gün 4 milyon ekmeği çöpe atmaktayız. Bu tablo, israfı önleme mücadelesinin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Ekmek israfı, millî servet kaybıdır.' dedi."

5 Mart 2011 Cumartesi

Sasha Grey Türkiye'de

Sasha Grey'i tanımayan yoktur sanırım. Kendisi yazar, aktivist, entellektüel, model, kapak yıldızı, oyuncu, müzisyen, DJ... On parmakta on marifet cinsinden. Ama en önemli özelliği, kitlelerin kendisini tanımasını sağlayan ve insanların en çok ilgilendiği özelliği ise porno yıldızı olması...

Bu ablamız (abla dediğime bakmayın, kendisi benden aşağı-yukarı 2,5 yaş küçük), bu gece (5 Mart 2011) ilk kez Türkiye'ye geliyor: İstanbul Roxy Bar'da DJlik yapacak kendisi... 


Bu gece Roxy Bar'da bir patlama olacağı kesin. Sasha Grey'i ve daha da ötesinde bir pornocuyu "dünya gözüyle göreyim" diyen insanlar dolduracaktır orayı. Sanki Sasha ablamız (bak gene abla dedim) gelen herkese "verecekmiş" gibi yurdum abazanlarıyla dolu olacaktır. Bu yüzden, Biletix şöyle bir uyarı koymuş: "Organizasyon şirketi uygun görmediği kişileri bilet ücretini iade ederek etkinlik mekanına almama hakkına sahiptir." (Bilmiyorum bu durum başka etkinlikler için de geçerli mi yoksa sadece buna mı özel.)

Ancak benim esas merak ettiğim husus, ekşisözlükte konuyla ilgili yapılan bir yorumda saklı: "Hangi ensesi ve cüzdanı kalın abi götürecek acaba hatunu diye düşündüğüm etkinlik. Roxy performansı tamamen paravan olsa gerek. Başka performanslar söz konusu olacaktır..." Evet, benim de merak ettiğim husus bu. Acaba bu geceden, hangi büyük Türk büyüğü "kârlı" çıktı ya da çıkacak???

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...