30 Ekim 2011 Pazar

Hürriyet Gazetesi'nden Büyük Rezalet

Türk Basınının "amiral gemisi" olarak adlandırılan, bir nevî gazetecilik okulu olarak görülen Hürriyet Gazetesi, 30 Ekim 2011 tarihinde büyük bir rezalete imza attı. Gazetenin hazırladığı "Türkiye'nin en etkili 10 ismi" listesinde PKK terör örgütünün lideri Abdullah Öcalan'a da yer verildi.


Gazetenin, "4 Yüz" olarak adlandırdığı Enis Berberoğlu, Ertuğrul Özkök, Sedat Ergin ve Ahmet Hakan bir araya gelmiş, Time Dergisi'nin hazırladığı "dünyanın en etkili 100 ismi" listelerine bakarak kendilerince "Türkiye'nin en etkili 10 ismi" listesini hazırlamışlar. Üzerinde uzunca düşünmüşler, hepsi kendilerince listeler hazırlamış ve sonra da bunlardan 10 isim seçmişler.

Aslında listeye bakmaya, kimler var diye düşünmeye gerek yok. Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Fethullah Gülen, Ahmet Davutoğlu listenin ilk 4 sırası, ki bu listeden Gülen ve Erdoğan dördünün de hazırladığı listelerde var, yani ortak kanaat. Bir nevî selam durma, iktidara ve güç odaklarına selam çakma... Listenin geri kalanı ise kısmen daha makul, bir kişi hariç: Abdullah Öcalan. Evet, bu ekip Abdullah Öcalan'ı da listeye almış! Bir de üstüne "nasıl yapabiliyor" diye sormadan, "bizim hatamız, beceriksizliğimiz, basiretsizliğimiz" diyemeden, eleştiremeden, "Adam hiç Kürtçe bilmediği hâlde bir Kürt örgütünü yönetiyor, hem de hapisten." diyebiliyorlar.

Yıllarca Bekaa'ya gidip Abdullah Öcalan ile röportaj yapmak için kuyrukta bekleyen, örgütü sempatik göstermek isteyen, "ama biraz empati, onların da haklı olduğu yerler var" diyenlerin geldiği son noktadır bu... O ekibe sormak isterim, acaba ABD'de en etkili isimler listesine Usame bin Ladin'i koyuyorlar mı ya da İsrail'de Hamas lideri Halit Meşal'i? Siz orada olsanız böyle bir şeye kalkışabilir miydiniz? Madem Time Dergisi'ni taklide kalktınız, neden o zaman 100 kişilik bir liste hazırlamadınız, yoksa hazırlayamadınız mı? Madem RTE, Abdullah Gül, Fethullah Gülen, Abdullah Öcalan'a yer verdiniz, onların şefleri Obama'ya, CIA başkanına neden yer vermediniz? İnanın "alternatif liste" olarak verdiğiniz listelerdeki Cem Yılmaz, (kendisini pek sevmesem de) Acun Ilıcalı gibi isimler bu listeye girmeyi daha çok hak ediyor.

Bu, gün geçtikçe gücünü, servetini, elindeki kanal ve gazeteleri kaybeden Aydın Doğan medyasının son çırpınışlarıdır. Twitter'de oluşan "Hürriyet Gazetesi'ni kınıyoruz" hareketinin gerçekleşmesini ve somuta dönmesini umuyorum. Bu rezalet ile ilgili olarak, Twitter'da hazırlanan alternatif listelerde kendisine yer verilen Hürriyet Gazetesi köşe yazarı Yılmaz Özdil'de gözümüz. Onun ne yapacağını bekliyoruz ve merak ediyoruz... "4 Yüz"e son olarak tavsiyem şu ki, onlar bu tür şeylerle, bu tür listelerle kasmasınlar, onlar gene şarap, Nişantaşı, seks gibi konuları yazmaya devam etsinler!

29 Ekim 2011 Cumartesi

Cumhuriyetimiz 88 Yaşında!

"Hürriyeti kulluğa, taş çatlasa satmam." Mevlana Celâleddin Rumî

Bugün 29 Ekim, 1923'te kurulan Cumhuriyetimizin 88. yılı ya da diğer deyişle Cumhuriyetimiz 88 yaşında...  Herkesin Cumhuriyet Bayramı'nı kutluyorum... Tanrı'nın Türk Ulusuna bir armağanı olduğunu düşündüğüm Mustafa Kemal Atatürk'e ve arkadaşlarına binlerce kez teşekkürler. İnsanları kulluktan birey olmaya, vatandaş olmaya yükselten bu değerli insanları, Tanrı'nın, cennetinin en güzel köşesine koymasını diliyorum...


Kimseye Atatürk'ü de, Cumhuriyet'i de, onların değer ve nimetlerini de anlatmaya niyetli değilim. Aslında bunları anlatmak istediğimiz o insanlar, Atatürk'ün de, Cumhuriyet'in de önemini, değerini ve nimetlerini bizden daha iyi biliyor, halk arasındaki deyimle "gavur gibi biliyorlar" ama işlerine gelmiyor, çıkarlarına ters düşüyor. Onlar, Atatürk düşmanlığı yapıyorlar, Cumhuriyet'i eleştiriyorlar ama onlar sayesinde bu konumda olduklarını, onlar olmasaydı bu yaptıkları ihanetleri yapamayacaklarını çok iyi biliyorlar. Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı özellikle devletin zirvesine yerleşti, bu değerleri asıl onların savunması gerekirken en büyük düşmanlığı onlar yapıyorlar, Atatürk'ün bu devletin ve toplumun mayası olduğunu bal gibi bilmelerine rağmen Atatürksüz bir devlet oluşturmaya çalışıyorlar. Yeni anayasa sevdasıyla ve "Hedef 2023" ile o yöne doğru gidiyorlar.

Kendimize dönersek, Cumhuriyetimizin 88. yılını kutluyoruz ama bu kutlamayı hak ediyor muyuz ya da ne derece hak ediyoruz? Ülkede birlik kalmamış, dinî cemaatler cirit atıyor, ülke tarikat çöplüğüne dönmüş, bölücüler devleti tehdit ediyor, din ve devlet başta olmak üzere her tür kavram kişisel çıkarlar için sömürülüyor. Toplumsal hayat böyleyken ülkenin ekonomisi IMF'ye, iç-dış siyaseti ABD'ye ve AB'ye endekslenmiş, gıdası bile tohumlar aracılığıyla İsrail'e endekslenmiş, bağımsız hiçbir şeyi kalmamış, ülke resmen adı bağımsız olsa da kendisi bağımlı olmuş. Böyle bir ortam ile nasıl kutlayabiliriz Cumhuriyet'i? 

"Kanımca her geçen gün onun üzerine düşünerek, tartışarak demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin ne demek olduğunu daha iyi anlıyoruz." demiş İpek Aral Kişioğlu, Kaynağım İnsan sitesinde. Ben İpek Hanım gibi iyimser olamayacağım, eğer anlasaydık bu hâlde olmazdık, eğer anlasaydık elimizden böyle kayıp gitmezdi Cumhuriyetimiz, tam tersi daha sıkı bağlanırdık.

 
Kabul etmemiz gerekir ki bu sene biraz buruk kutluyoruz Cumhuriyet Bayramı'nı. Sebepleri malum, özellikle son dönemdeki asker, polis, sivil onlarca şehit ve Van'daki deprem faciası... Sebeplerin her biri acı, her biri kötü ama hiçbiri Cumhuriyet Bayramı törenlerini iptal etmek için geçerli değil, tam tersine birbirimize daha da fazla sarılmamız için bir sebeptir.

Bu sene deprem bahane edilerek törenler iptal edildi ama ortada şöyle bir ilginç durum var: Şehitler olunca, deprem olunca diziler devam ediyor, Acun program yapıyor, konserler, maçlar, eğlenceler devam ediyor ama her ne hikmetse Cumhuriyet Bayramı törenleri iptal ediliyor! Böyle bir durumda da bayramı kutlamak isteyenlerin yaptığı törenler, yürüyüşler, Zaytung'da "korsan gösteriler" olarak tiye alınıyor ama maalesef de bu konuma düşüyor. İşin ilginç bir diğer noktası ise özellikle deprem nedeniyle törenleri iptal ettiren "devlet büyüklerimiz" kendi özel eğlencelerine devam ediyor, eş-dostlarının düğünlerine gidiyor, çeşitli resepsiyonlara katılıyor, ki bunlardan birisi de 2 gün önceki Hürriyet Daily News Gazetesi'nin 50. Yıl Resepsiyonu idi.

Artık kimse yutmuyor bu "deprem oldu, acımız var, o yüzden tören yapamayız" laflarını. Bunun adı düpedüz yasaktır. 1937 yılında, ağır hastalığına ve doktorların karşı ısrarına rağmen "halkın morali bozulur, kutlamalar olacak ve ben gideceğim" derken Atatürk, biz bu törenleri iptal ediyoruz. Hadi onu geçtim, hangi ülke ulusal günlerini ve kutlamalarını bu gibi sebeplerden dolayı iptal ediyor?.. Bu  iptal konusunu TKP çok güzel açıklamış: "Siyasî iktidar, "Cumhuriyet'i bitirdik" kutlaması düzenlemekten çekinmiştir." Bu konuda aslında yazacak çok şey var ama İstanbul'un Bitleri blogu çok güzel açıklamış konuyu, katılmamak elde değil:

ABD'de Özgülük Anıtı'nın 125. yılının kutlandığı bir dünyada, varlıklarını borçlu oldukları Cumhuriyet'ten rahatsız olan ve o Cumhuriyet'i kuranlardan nefret edenlerin yönettiği bir ülkede yaşıyoruz maalesef!

İki yıl önce Cumhuriyet Bayramı törenlerine, provokatör oldukları gerekçesiyle "Atatürkçü Düşünce Derneği"nin alınmaması ilk adımdı!

Demokrasiyi, hedeflerine giderken araç olarak kullananların son hamlesidir bu!

24 Ekim 2011 Pazartesi

Kelimeler Düğümleniyor Boğazımda

Ülke olarak, halk olarak çok zor zamanlardan geçiyoruz. Ne desem, ne yazsam bilemiyorum. Aşağı yukarı son 2 haftadır ülke olarak gündemden gündeme geçiyoruz. Daha 2 hafta önce gündem Deniz Feneri ve Beşir Atalay bağlantısı idi. Arkasından ÖTV zamları geldi. Tam onu konuşurken 24 şehitle beynimizden vurulmuşa döndük. O hengamede Deniz Feneri sanıkları serbest bırakıldı, nice başka şeyler de şehitlere kilitlenmişken yapılıverdi. Bunlar yetmemiş gibi de Van 7.2 ile sarsıldı dün (23 Ekim 2011) saat 13.41'de. 

Eğer Türkiye gibi bir ülkede yaşıyorsanız olaylar çok hızlı gelişir. Sabah olmuş bir olay akşama eski bir olay gibi gelebilir, bir gün öncesinde olmuş bir olay, bir gün sonrasında sanki üzerinden 1 yıl geçmiş gibi tarihî bir hâl alabilir.

Daha önceden yazdığım bir yazıda aynen böyle yazmıştım. Yukarıdaki paragrafta yer alan, sadece son 2 haftada yaşadığımız olaylar bunu göstermiyor mu? Her bir olay, her bir gündem maddesi, hakkında ayrı ayrı  ve uzun uzun konuşulacak, yazılacak konular. Yine Türkiye gibi gündemin hızlı değiştiği, yeni gündem maddesinde eskisinin hemen unutulduğu bir ortamda, yukarıdaki gündemlerden hangisini yazmaya niyetlendiysem hep bir sonraki olay meydana geldi, yazının konusu da gündemle birlikte değişmek zorunda kaldı. Bu vesileyle, son gündem olan deprem faciası ile başlayıp yukarıda bahsettiğim konularda geriye doğru gitmeyi düşünüyorum.

23.10.2011 - 13.41 - Van 7.2

Çok değil, daha 5 gün önce (19 Ekim) büyük bir facia yaşamıştık, Hakkari'de 24 şehit verilmişti. Ondan bir gün önce ise Bitlis Güroymak'ta 8 şehit vardı. (Sonradan yaralıların da vefat etmesiyle sayı 10'a çıktı.) Gündem, şehitlerdi, terördü, askerdi. Konuyla ilgili şeylerdi ama sanırım bu facialar yetmemiş olacak ki daha büyük bir facia meydana geldi: Deprem!



Deprem konusunda ne yazsam, ne söylesem faydasız. Şunu baştan belirteyim, deprem konusunda akademik / bilimsel bilgilere sahip değilim, onun da ötesinde büyük bir deprem yaşamadım. (1999 Gölcük ve Düzce depremlerinde Almanya'daydım.) O yüzden, dikkat ederek yazmaya çalışacağım... Yine şunu da belirtmeyi uygun görüyorum: Hayatımda Van'a gitmedim hiç, yani şehir olarak Van'ın bende ve ailemde öyle özel bir yeri yok. Sadece, öğretmen olan eski ev arkadaşım askerlik görevini "öğretmen asker" olarak Van'da yaptı, üniversitede lisans eğitimim sırasında da Vanlı olan 2 arkadaşım vardı. Hepsi bu...


Daha dün sabah yani deprem sabahı Radikal Gazetesi, Van'ı ve Van Gölü'nü "Asıl afet devletmiş" başlığıyla manşete taşımıştı. "Afet, devleti vurmaz" başlığıyla verdiği haberde aynen şöyle diyordu: "Van Gölü kıyısındaki 6 mahalle 'sular yükseliyor' diyerek afet bölgesi ilan edildi. Vatandaş taşındı. Ardından buralara kamu binaları yapıldı." Kaderin cilvesi mi desek bilmiyorum, bu haberi gördüğüm ve okuduğum dakikalarda deprem oldu Van'da.

Haber internete bomba gibi düştü ve dün öğle vakitlerinden itibaren tek gündem, konuşulan, tartışılan tek şey deprem... 2 paragraf üstte belirttiğim gibi deprem konusunun bilimselliğine girmeyeceğim ama "benim de diyeceklerim var" babında bir şeyler ifade etmeye çalışacağım...

Yardım

Önce yardım konusuna girelim. Yardımlarınızı şu şekilde yapabilirsiniz:

  • 2868'e boş mesaj göndererek (Kızılay - 5 TL) 
  • AKUT yazıp 2930'a göndererek (AKUT - 5 TL)

    Hiçbir şey yap(a)masanız da mesajlar ile maddî yardım yapabilirsiniz. Burada şu uyarıyı yapmak gerekiyor; maddî yardımlarınızı sadece Kızılay ve AKUT ile yapın, onun dışında kimseye / hiçbir kuruma bulaşmayın, onların dışında hiçbir kurumla para göndermeyin. Sahtekârlara, sömürücülere karşı uyanık olalım. Bu konuda, dünden beri çok güzel bir hareket ve AKUT ve Kızılay dışında kimseyle para gönderilmemesi konusunda güzel bir kampanya var... İlerleyen gün ve haftalarda, çeşitli kişi ve kuruluşlar, bu depremi fırsat bilerek yardım adı altında para toplayacaktır, camilerde para toplanacaktır. Aman diyorum, bilmediğimiz, güvenmediğimiz, yerine ulaştıracağı konusunda emin olmadığımız kişi ve kurumlar aracılığıyla para yardımında bulunmayalım, AKUT ve Kızılay'dan şaşmayalım.


    Yardım demişken, AKUT ve Kızılay ilk andan itibaren güzel bir şekilde çalışıyor, halk da yardım ediyor. Ancak konu Somali, Libya, Filistin, vs. olunca harekete geçen kişi ve kuruluşlar, konu ülkemiz ve halkımız olunca her zamanki gibi sessiz, hiçbirinin sesi çıkmıyor, çıkmadı şu ana kadar. Neredeler acaba? Adlarını anmak istemediğim derneklerin kimisi bu depremi halen görmedi, kimisi de sessiz ve cılız bir şekilde bu faciaya yer veriyor. Bu şekilde, yardımseverlikleri, vatanseverlikleri ve samimiyetleri de sınanmış oluyor!

    Para yardımları dışında malzeme yardımı da yapabilirsiniz. Bu konuda yine güvendiğiniz kişi ve kurumlar ile yollayın eşyalarınızı ve "güvenilirse" yerel yönetimleriniz aracılığıyla yapın. Van Depremi ile ilgili kurulan http://vandepremi.com/ sitesinde ihtiyaç duyulan malzemeler ile il il yardımların toplanma merkezi belirtilmiş. Malzeme yardımında, paketin üzerine, içinde ne olduğunu yazdığınız takdirde tasnifi ve dağıtımı hızlanacaktır. Malzeme yardımını 2 şekilde yapabilirsiniz:

    • http://vandepremi.com/ sitesindeki toplama merkezleri ile (yerel yönetimler). 
    • Bireysel olarak... Bunun için, kargo şirketleri (Yurtiçi, MNG, PTT, Sürat, Aras Kargo) veya Van'a giden otobüs şirketleri (Bitlis Taç, Van Gölü, Best Van, Van Gölü Turizm) ile yardımlarınızı ücretsiz olarak gönderebilirsiniz. Bunun için gerekli adres: Van Merkez Belediye Garajı Kriz Masası.

      Deprem ve Türkiye

      Türkiye olarak deprem kuşağında olan bir ülke olduğumuzu hiçbir zaman unutmamalıyız. Unutmamalıyız ama maalesef hep olunca aklımıza geliyor deprem ve depremden sonra gene kulağımızın üstüne yatıyoruz, ki ancak bir sonraki depremde uyanıyoruz yeniden. Bu maalesef ülkemizin deprem gerçeği ve bir gerçek daha var ki şimdi, bilgili-bilgisiz herkes deprem uzmanı, deprem yorumcusu kesilir. Tabiî bir de bu depremin magazin kısmı olacak maalesef.


      17 Ağustos 1999 depremine dair söylenen bir söz vardı "7.4 yetmedi  mi?" diye. (Yeni Asya Gazetesi'nin "İlahi İkaz" karikatürü ile benzer yorum bu deprem için de yapıldı.) Her ne kadar o sözü söyleyenler ile benim söylemem arasındaki sebepler farklı olsa da ben de aynı şeyi söylüyorum: "7.4 yetmedi mi?" Hatta ekliyorum: "7.2 de mi yetmedi?" Deprem için ne zaman önlem alacağız, deprem gerçeğini ne zaman öğreneceğiz? Ne zaman düzgün binalar yapacağız, ne zaman halk olarak deprem konusunda bilgi sahibi olacağız? Tamam, depremi önleyemeyiz ama sonuçları için ne zaman "neden?" diye soracağız? Japonya aynı şiddette ve hatta daha şiddetli depremlerde yay gibi sallanıyor ama maaşallah adamlarda hiçbir şey olmuyor. Ne doğru dürüst bir bina hasarı ne de doğru düzgün bir can kaybı. Halbuki bizde biraz şiddetli bir depremde her yer dümdüz oluyor, ki bu sadece Van için değil İstanbul, İzmir dahil her ilimiz için geçerli. Maalesef hiçbir ilimiz depreme tam olarak hazır değil, herhangi bir ilde yaşanacak bir deprem benzer facialara yol açacaktır. Ölü sayısından bahsetmiyorum bile. Bu 7.2'lik depremde bile (yüzeye yakın olduğu için hissedilen 9) şu anda ölü sayısı 300'e yaklaştı (an itibariyle 279 ve bunların 22'si öğretmen) ve 1000'i bulması ve hatta geçmesi bekleniyor, ek olarak da binlerce yaralı. Bu konuda, depremin gündüz olması ile avunmaya çalışıyoruz.

      Devam ediyorum sorularıma... Kaçımız deprem anında ne yapılacağını biliyoruz ve yine kaçımız enkaz altında kaldığımız anda ne yapacağımızı biliyoruz? Kaçımız enkaz kaldırma ve kurtarma faaliyetlerini, ilk yardımı biliyor? Ne zaman bu ülkede okullara "doğal afetler ve ilk yardım" dersi (sadece deprem değil) konulacak? (Bu ders hem doğal afetleri ve hem de sadece afetler için değil genelde ilk yardım konusunu içermeli. Ek olarak sınıflardan bağımsız olarak, ilkokuldan itibaren lise bitene kadar her sene konmalı.)

      Depremlerin sonucu için herkeste suç var. Uğraşmak istemeyen ve "Benim belediyede adamım var." diyerek torpil arayan ev sahipleri ve müteahhitlerde, işini düzgün yapmayıp 3 kuruşluk rüşvete tav olup "olur" veren görevlilerde, ev alırken gerek binanın zeminin nasıl olduğunu ve gerekse de binanın depreme dayanıklılığını araştırmayan insanlarda ve de bu konularda hiçbir şey yapmayan devlette suç var. Hükümetin gayrıresmî müteahhidi Ali Ağaoğlu "zamanında inşaatları deniz kumundan yapardık" açıklamasını yapıyor ama ilginçtir devlet de halk da hiçbir şey yapmıyor:

      "Avazım çıktığı kadar bağırıyorum. İstanbul konut inşaat sektörünü en iyi bilen isimlerden biri olarak söylüyorum ki; mevcut yapı stoğunun yüzde 70'i deprem açısından güvenli değil. 1970'li yıllarda İstanbul'un Anadolu yakasında yapılan yapıların büyük bir kısmına inşaat malzemesini ben sattım. Kumları Marmara Denizi'nden demirleri hurdadan çektik. O zamanın şartlarında en iyi malzeme buydu. Sadece biz değil tüm firmalar aynı şeyi yapıyordu. Deprem olursa İstanbul'a ordu bile giremez, ölen şanslıdır."

      Ortada bir itiraf var. Bir mütehhit yaptığı binaları, nasıl zengin olduğunu ve vurdumduymazlığı itiraf ediyor bu açıklamayla. Buna rağmen bir tepki, hakkında bir işlem yok, tam tersine inşaatlarına devam ediyor, ilgi görüyor. Bu açıklama ve vurdumduymazlıktan sonra kimse kalkıp da şu kadar kişi öldü, şu kadar kişi yaralandı diye gözyaşı dökmesin.

      Bu devlet Libya'ya 300 milyon dolar gönderiyor, halbuki bu para ile bu ülkede çok şey yapılabilir. (Sonra da açığı, zamlarla halktan karşılıyorlar.) En azından bu depremle ilgili bir şey yapılabilir. Devlet ve yardım demişken bugün Başbakanlık, kendisine bağlı olan Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) aracılığıyla yardım kampanyası başlatıyor. Bu vesileyle, devletliğini yapmayıp hantal davranarak vatandaştan yardım toplayan bir devlet oluyor.

      Devlet demişken oradan devam edelim. Şu ana kadar birçok ülke Van'daki deprem için arıyor, geçmiş olsun dileklerini iletiyor, yardım teklif ediyor. Bu konuda ilk arayan ve yardım teklif eden ülke, zorla düşman olmaya çalıştığımız İsrail oldu. Ardından da ekonomisi çökmüş Yunanistan oldu. İlginçtir, ülke olarak çok önem verdiğimiz Filistin'den, Libya'dan yani genel olarak Araplardan ses yok. Ancak bu konuda ilginç gelişmeler de oluyor, Başbakanlık olarak yardım kampanyası başlatarak halktan yardım toplayan, talep eden devlet, "güçlü görünmek için" İsrail, İspanya, Almanya başta olmak üzere yardım teklif eden ülkelerin tekliflerini reddediyor. Gel de çık işin içinden! Bunun mantığını anlamaya çalışıyorum ama bulamıyorum! Neyse ki kardeş ülkeler Azerbaycan ve Pakistan yardım teklif etmeden doğrudan gelip çalışmalara başladılar. İyi ki teklif etmediler yoksa onlar da reddedilirdi.


      Devlet kanalından devam edelim yine... Bu devlet, 17 Ağustos 1999'daki depremin ardından bir vergi koydu: Kamuoyunda "Deprem Vergisi" diye bilinen ancak daha sonra kapsamı da genişletilerek yasalaşan Özel İşlem Vergisi ve Faiz Vergisi. (Lady İmam'ın blogunda bu vergi ile ilgili güzel ve açıklayıcı bir yazı var.) Geçici ve hatta bir seferliğine çıkartılmıştı bu vergi ama geçici değil kalıcı oldu, kemikleşti. İşte bu verginin ya da kesintilerin bugün 30 milyar TL'yi (hatta bazı iddialara göre 40 milyar TL'yi) aştığı söyleniyor. İşte tam da bu noktada şu soruları sormak farz oluyor: Nerede bu paralar, bu paralara ne oldu ve neden şimdi deprem bölgesinde kullanılmıyor? Lady İmam'ın sorduğu gibi bu paralar harcandı mı ve nereye harcandı?

      Depremin Gösterdikleri

      İktidar partisi AKP'nin Vanlı Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik Van'daki çalışmaları konusunda Kızılay için "sınıfta kaldı" yorumunu yapıyor. Somali konulu yazımda da belirttiğim gibi Kızılay konusunda ortada bir şeyler dönüyor, ortada bir yolsuzluk var. Kızılay Başkanı Tekin Küçükali, Somali kampanyaları başlarken istifa ediyor. Deprem gerçeği ve Kızılay'ın durumu gösterdi ki yardım kuruluşları nemalanılacak, siyasî otorite kurulacak yerler değil. Bakın ihtiyaç hâlinde bir şey yapılamıyor.

      Depremin gösterdiği başka şeyler de var. Yukarıda belirttiğim gibi okullara "doğal afetler ve ilk yardım" dersleri konulmalı, afetler için güçlü, donanımlı, bilgili ekipler yetiştirilmeli, var olanların da sayısı artırılmalı. Bugün ülkede boş olan her yere mantar gibi yeni binalar dikiliyor, ki bu binaların, dairelerin sayısı ihtiyaçtan fazla. Plansız-programsız bir yapılaşma bu. Bu konuda bilinçli, planlı-programlı bir politika güdülmeli, eski ve dayanıksız-çürük binalar güçlendirilmeli ya da yıkılmalı. Kanal İstanbul gibi ucube projelerden vazgeçilmeli.


      Son olarak belirtmek istediğim bazı hususlar var... Yukarıda belirttiğim gibi konu Filistin, Somali, Libya yani Araplar söz konusu olunca sesleri çıkan, yardımlara koşanlar şu anda ortalıkta yoklar. Her zaman belirttiğimiz gibi bu ülkenin insanlarının 1 Filistinli kadar değeri olmadığı anlaşıldı.

      Halk yardım ediyor, edecektir ama aynı şeyi iktidar mensuplarından ve yandaşlarından da bekliyoruz. Örneğin o camiadaki kadınlar artık birkaç bin dolarlık çantalar, yüzükler takıyor, camia mensupları ve yandaş işadamları her fırsatta zenginliklerini vurguluyorlar. Onlar neden ortalıkta yoklar? Yandaş ve yalaka şarkıcı, oyuncu, sunucu, vs. ekibe ise hiç girmiyorum bile! Şimdi saklandılar ama bir süre sonra yine piyasaya çıkacaklardır.

      En son olarak... İnternette ırkçılığa, faşistliğe varan yorumlar yapılıyor depreme dair. Bu tür şeylerden kaçınalım. Siyaseti sonra yine yaparız. Her zaman bu ülkenin her insanının da her şehrinin de aynı olduğunu söylüyoruz. Şimdi bunu göstermemiz gerek... Irkçı, faşist yorumları yapanlar ancak bir avuç insan. Şu anda ülkenin her yerinden Van'a yardım yağıyor, halk kenetlenmiş durumda. Bu halk kenetlendiğini , bilik olduğunu, bir olduğunu gösterdi yine. İşte bu vesileyle, teröre ve bu ülkeyi bölmek isteyenlere en güzel cevap veriliyor...

      Not:  Depremle ilgili olarak Google "Kişi Bulucu" adında çok güzel bir uygulamayı devreye soktu.

      Not 2: Depremin ardından Van'daki hapishaneden 150 kişi firar etti ancak bunların 50'si, ailelerinin durumunu gördükten sonra geri döndü. Komedi filmlerini aratmayacak bu olay, deprem konusunda yüzümüzü biraz gülümsetti.

      Not 3: Depremin ardından bölgeye ilk elini uzatan kurum, her fırsatta yıpratılmaya çalışılan TSK oldu. Bir taraftan Kuzey Irak'ta operasyon yapan ve PKK ile mücadele eden TSK, diğer bir taraftan da Van'da depremzedelere yardım elini uzatıyor.

      15 Ekim 2011 Cumartesi

      Kapitalizm İşte Budur!!!

      Geçen sene yayınlanan bir reklam vardı, bu sene aynı reklamın tekrar yayına girdiğini gördüm ve bugün o reklamı yazmak istedim. Bahsettiğim reklam da şu: Renault Megane Sport Tourer.

      Reklama konu olan marka ve üründen bahsetmeyeceğim. Konu da zaten o değil, konu verilen mesajda. Ne diyor reklamda? "İhtiyacım yok ama istiyorum!" Hah, işte kapitalist sistemin insanlara aşıladığı nokta bu; "İhtiyacının olup olmaması önemli değil, sen al" ya da "İhtiyacın olmasa da al!" Kapitalizm bunu diyor ve buna dayanak olarak da insanın fıtratında yer aldığını iddia ettiği "doyumsuzluk" kavramını kullanıyor. Maalesef haksız ve başarısız olduğunu söyleyemiyoruz zira hemen hemen hepimizin evinde "bir gün lazım olur" ya da "fazladan bulunsun" dediğimiz ama neredeyse hiç kullanmadığımız ya da çok az kullandığımız nice eşya var, giysi var. İsraf bunlar!!!

      Bu reklamda da onu diyor, "İhtiyacın yok ama sen gene de al!" ve "Her şeyin bir nedeni olması gerekmez." diye de ekliyor. Binmişsin, binmemişsin ya da depoyu doldurmuşsun filan hiç önemli değil, önemli olan mal satılsın, çok satılsın ve kapitalist çark dönsün, kapitalizm işlesin, kapitalizm kazansın...



      Not: Yukarıda görüldüğü gibi reklamın Türk ve yabancı versiyonu var. Zaten yerli versiyon da yabancının uyarlaması... Bir Fransız markasının İngilizce reklam çektiğini ve Türkiye'de de kendine özgü yeniden çekildiğini (dublaj değil) düşünürsek, bu reklamın aynı senaryoyla birden fazla ülkede, her ülkenin kendine uygun yapısı içinde çekildiğini düşünüyorum.

      Not 2: Reklamın yabancı versiyonunda satıcı, arabayı isteyen adama karşı şöyle bir ifade kullanıyor: "You met a girl on the internet and she has 2 kids and a big dog." (İnternetten bir kadınla tanıştınız ve onun 2 çocuğu ve büyük bir köpeği var.) Sanırım bu ifade yerli versiyonunda uygun görülmemiş olacak ki satıcı, "2 küçük yeğeniniz var ve bütün oyuncaklarını toplayıp her yaz size geliyorlar." diyor.

      10 Ekim 2011 Pazartesi

      Yıldırım Demirören: Beşiktaşlıları Utandıran Adam!!!

      Yıldırım Demirören... Beşiktaş taraftarıyla, camiasıyla bir türlü yıldızı barışmayan Beşiktaş'ın başkanı. Nedenlerine gelince, saymakla bitmez. Şu bir gerçek ki Yıldırım Demirören (YD) ismini duyup da hakkında olumlu konuşan Beşiktaşlı sayısı azdır, giderek de azalmaktadır...


      Şimdi bu konuda en başa gidelim... Serdar Bilgili, 1992 yılında Süleyman Seba yönetimindeki Beşiktaş Yönetim Kurulu'na seçildi ve böylece onun Beşiktaş'taki yöneticilik görevi başladı. 1992-98 yılları arasında Beşiktaş Yönetim Kurulu'nda görev yapan Bilgili, 2000 yılındaki başkanlık seçimini kazanarak kulübe başkan oldu. Daha önce kulüpte 6 sene gibi bir süre çeşitli görevlerde yöneticilik yapan Bilgili, başkanlığının ilk döneminde (2 yıl) pek fazla bir başarı gösteremedi. Buna rağmen 2002'deki seçimlerde oyların yarısından fazlasını alarak yeniden başkan seçildi. 2. dönemi gösterdi ki aslında başkanlığının ilk dönemi, başkanlık görevi açısından bir acemilik, bir altyapı dönemiydi, zira 2. dönemi çok farklı bir tablo içeriyordu. İlk dönemindeki başarısızlıklarından ders çıkaran, yanlışlarını gören ve de acemiliğini üstünden atan Serdar Bilgili iyi işler çıkartıyordu, üstelik bu dönemin Beşiktaş'ın 100. yılına denk gelmesi ise ayrı bir olaydı. Bu dönemde, öyle bir takım, öyle bir sistem kurulmuştur ki çeşitli branşlarda başarılı olmuştur Beşiktaş. Futbol takımına baktığımızda ise tüm sezon boyunca tek yenilgi alarak şampiyon olmuş, ertesi sezon ise ilk yarıyı kayıpsız atlatmıştır, ki bu 51 maçta 1 yenilgi anlamına geliyordu. 100. yıldaki (2002-2003 sezonu) güzel, etkili ve başarılı futbol uzun sürmedi, süremedi maalesef. 101. yılın ilk yarı sonunda en yakın rakibi Fenerbahçe'nin 11 puan önündeydi (Fenerbahçe'nin 1 maçı eksikti çünkü Çaykur Rizespor maçında çift sarıdan kırmızı çıkmayınca kural ihlalinden maç iptal olmuş ve 2. yarının başında yeniden oynatılmasına karar verilmişti), Avrupa'da da çeyrek finalin kapısından dönmüştü Beşiktaş ama operasyon uzakta değildi. Maraton programında Şansal Büyüka ve Erman Toroğlu "Beşiktaş'ın önünü kesmek gerek, yoksa bu ligin tadı kalmaz. Kimse sonucu belli olan ligi izlemez ve bu gidişle hepimiz aç kalacağız." türünde, görünürde espili ama gerçekçi yorumlar yapmıştı... 25 Ocak 2004'te İnönü'de oynanan, 2. yarının ilk maçı olan Beşiktaş-Samsunpor maçıyla operasyon başlamıştı. Bu maçta Cem Papila 5 kırmızı kart göstermiş ve Beşiktaş hükmen yenik sayılmıştı. Operasyon lig sonuna kadar devam etti. O maça kadar geride kalan 51 maçta 1 yenilgi alan takım, sonraki 17 maçta doğru dürüst, hele hele neredeyse 2 maç üst üste galibiyet alamıyordu. Sonuçta Fenerbahçe 11 puan geriden geldi ve açık farkla şampiyon oldu. Herkes Beşiktaş'ın olumsuz durumunu Samsunpor maçındaki 5 kırmızıya bağlıyordu ama bir operasyon olduğu gözümüzün içine sokarcasına ortadaydı...

      YD'ye gelirsek... YD'nin o dönemdeki durumu ve yaptıkları da dikkate değerdir. Serdar Bilgili yönetimindeki kulüpte Futbol Şube Sorumluluğu görevinde bulunan ve 100. yıldaki şampiyon ekipte yer alan YD, 11 Kasım 2003 günlü açıklamasında istifayı düşünmediğini ve başkan Serdar Bilgili'ye bağlılığını bildirirken, 13 Kasım 2003 günü ise başkanlık için önünü açmak üzere (Tesisler Komitesi Başkanlığı ve Futbol Komitesi Üyeliği görevlerini yürüten yönetici ve aynı zamanda eniştesi olan (kız kardeşinin kocası) Kıvanç Oktay ile birlikte) istifasını sunmaktadır. Bu dikkate değerdir çünkü operasyon saha içinden önce kulüp içinde başlamış ve bunun için de YD seçilmiştir. Kulüp için 24 Nisan 2004 tarihi önemlidir zira o günkü Fenerbahçe maçında Beşiktaş tribünlerinden Başkan Serdar Bilgili'ye ve özellikle de kızına organize bir şekilde küfredilmiştir. Küfredenler de öyle sıradan insanlar değildir, localardan, kombine alanlardan ve VIP'ten küfür gelmiştir başkana ve kızına. Bu küfürlerin ise YD tarafından organize edildiği ve YD tarafından küfür ettirildiği iddiaları mevcuttur. Başkan Bilgili istifa kararı almış, bununla birlikte teknik direktör Lucescu da ayrılık kararı almıştır. Yaprak dökümü gerçekleşmekte, istifalar birer ikişer gelmekte, operasyon işlemektedir. (Türkiye benzer bir durumu daha önce, 2002'de, siyaset arenasında yaşamış ve o dönem iktidardaki DSP'den başını İsmail Cem'in çektiğ ekip istifa etmiş ve istifalar sonucu parti dağılmıştır. Her ne kadar parti halen varlığını devam ettirse de o gün, o dönem siyaseten rahmetli olmuştur.) 


      Beşiktaş'ın onurlu, dürüst, temiz ve başarılı başkanı Serdar Bilgili ve yönetimi istifa etmiştir. Başta Divan Kurulu Başkanı Şeref Nasır olmak üzere Divan Kurulu üyeleri ve Beşiktaşlılar Serdar Bilgili'nin kulübün başından gitmemesini istediler ama olmadı. Seçim kararı alındı. Tarihler 6 Mayıs 2004'ü gösterirken bir isim başkanlığa adaylığını koydu. Sürpriz olmayacağı üzere bu isim: Yıldırım Demirören. 30 Mayıs 2004 tarihindeki seçimde Fikret Orman'ın 162 oy önünde seçimi kazanarak başkan seçilmiştir. (YD: 3272, Fikret Orman: 3110, Erol Kaynar: 218, Affan Keçeci: 210) Kulübün 32. başkanı olan YD ve asbaşkan olacak olan eniştesi Kıvanç Oktay 30 Mayıs 2004 tarihinde başa geçmiştir. Belki o dönem, 100. yıldaki şampiyonluğun ve o ekipte bulunmalarının hatırına Beşiktaşlılarca olumlu karşılandı YD'nin başkanlığı ancak ilerleyen süreçte bu olumlu durum yerini olumsuzluğa, pişmanlığa, üzüntüye, kızgınlığa ve hatta nefrete bıraktı.

      YD'nin Başkanlık Serüveni

      Yukarıdaki giriş kısmını uzun ve belki de gereksiz bulanlar olacaktır ama Beşiktaş'la ve YD ile ilgili bazı gerçekleri hatırlatmak ve yazının geri kalanının da altyapısını oluşturmak için koydum. Neyse... 2004'te YD'nin başkan olmasıyla adeta tamamlandı operasyon. YD'nin başkanlığı sonrası nedense hiç gündeme gelmedi, araştırılmadı 2003-2004 sezonunda yapılan operasyon, Beşiktaş'ın şampiyonluğunun elden gitmesi. Ancak sorumlusunun başta olduğu düşünülünce bunun neden yapılmadığı da anlaşılıyor. İlginçtir, baş sorumlu YD 29 Mart 2005'te, TBMM Araştırma Komisyonu'na bilgi veriyor ve "kaçan şampiyonluğun araştırılmasını" istiyor. İstiyor istemesine ama ne kendisi kılını kıpırdatıyor bu konuda ne araştırma yapıp peşine düşüyor ne de komisyonu zorluyor. Futbol terimiyle tribünlere oynuyor. Yine bu dönemde ilginç bir şekilde, 18 Kasım 2005'te istifa edeceğini ve başkanlığını bırakacağını açıklayan YD, aynen Serdar Bilgili döneminde yaptığı gibi çark ederek, sadece 2 gün sonra, 20 Kasım 2005'te vazgeçtiğini ve Ocak 2007'ye kadar kalmaya karar verdiğini açıkladı.


      Serdar Bilgili'nin saat gibi işleyen kaliteli ekibi yavaş yavaş bozuldu. Üstüne üstlük "parayla saadet" olacağını düşünen ve "neyse parası veririz" mantığıyla hareket eden bir ekip ve anlayış oluştu Beşiktaş'ta. Hesapsız ve isabetsiz yapılan transferler, kontrolsüz harcanan paralar, gereğinden fazla ödenen transfer ücretleri ve tazminatlar damgasını vurdu. Mesela bir türlü istikrarı yakalayamayan ve istenen başarıyı sağlayaman Jean Tigana'nın tazminatı yüzünden gönderilememesi, CAS'ın verdiği Vicente Del Bosque ve yardımcılarına tazminat ödenmesi kararını örnek verebiliriz. Transferde ise düşüncesizce ve gereksizce yapılan transferleri örnek verebiliriz. Ancak bu transferler içinde birisi var ki ona değinmeden edemeyiz: Tabata transferi. Tabata'yı 8 milyon Euro'ya Gaziantepsor'dan transfer etti ve şu ana kadarki en pahalı transfer konumunda. Bu transfer haklı olarak çok eleştirildi ve sonuç ortada! Tabata şu anda Beşiktaş'ta yok...

      YD, Beşiktaşlılarca "ne zaman gidecek" diye gözünün içine bakılan bir isim. Kulübün karanlık ismi Sinan Engin varken gitmesi gereken kişi sayısı 2 olarak görülüyordu, o istifa edince "kaldı 1" denildi.  Mustafa Denizli geldi bu sayı 2'ye çıktı, o gitti tekrar 1'e düştü. Ne yazık ki bu sayı hiç 0 olmadı!


      Bir dönem eski Fenerbahçelileri toplayan YD'yi bugün "Guti, Quaresma gibi dünya yıldızlarını getiriyor" diye sevenler, övenler olabilir ama ortada kalıcı bir başarı olmadıktan sonra yıldızları getirmenin anlamı yok. Üstelik Metin, Ali, Feyyaz, Rıza, Recep, Mutlu gibi adamlar bulamadıktan, yetiştiremedikten sonra yıldızları getirmek ancak günü kurtarmak, tribünlere oynamak ve gereksiz transfer harcamalarına girmektir.

      Bugün kulübe baktığımızda, kulüp YD'nin elinde adeta Milangazspor'a dönmüş vaziyettedir. Kulübün 25 Eylül 2011'deki Divan Kurulu Toplantısı'nda yapılan açıklamaya göre 30 Haziran 2011 itibariyle toplam borç 357 milyon lira iken YD'ye olan borç 85 milyon liradır. Yani borcun 4'te 1'i YD'yedir, üstelik yeni transferler ve harcamalar yani 30 Haziran sonrası dahil değildir bu tabloya.

      Bugün YD Beşiktaş için "atsan atılmaz satsan satılmaz" bir duruma gelmiştir. Kulübün YD'ye olan borcu bu konuda en önemli etkendir. Bu konuyla ilgili olarak YD'nin 8 Ocak 2010 tarihli "Seçimi kaybedersem paramı alırım. Hele hele seçilen kişi kötü niyetliyse kongrenin ertesi günü alırım." şeklinde beyanatı da mevcuttur. Bu demektir ki kulüp tamamen YD'nin şahsına ve keyfine endeksli hâldedir. Buradaki "kötü niyet"ten kastın ne olduğu ise tamamen YD'nin kendi şahsî ve keyfî kanaatine bırakılmıştır.

      Şike Operasyonu

      Kuşkusuz, Türk Futbolu için 3 Temmuz 2011 tarihi önemli bir tarih çünkü bu tarihte şike operasyonu başlatılmıştır. Şunu kabul edelim ki operasyon özelde Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım endekslidir ama Beşiktaş da Serdal Adalı, Tayfur Havutçu ve Ahmet Ateş ile birlikte buna dahil edilmiştir. Bu konuda bazı şeylere ilerleyen yazılarda değinmeyi düşünüyorum. Bunun dışında, konuyla ilgili bazı hususlara bir önceki yazımda değindiğim için burada tekrar değinmeyip işin Beşiktaş kısmına değineceğim kısaca. 

      13 Temmuz 2011 günü Beşiktaş'tan Asbaşkan Serdal Adalı, Teknik direktör Tayfur Havutçu ve Ahmet Ateş ile birlikte İstanbul Büyükşehir Belediyespor'dan futbolcular İbrahim Akın ve İskender Alın tutuklandı. Bu tutuklamanın gerekçesi ise 2010-2011 sezonu Türkiye Kupası finalinde yapılan şike olarak ifade edildi. Bu durumun ortaya çıkmasıyla birlikte Beşiktaş taraftarı adeta organize olmuş bir şekilde "eğer böyle bir şey varsa biz bu kupayı istemiyoruz", "eğer şike varsa, pislik varsa bizi düşürün" şeklinde YD'nin vurguladığı ama bir türlü gösteremediği "Beşiktaşlı duruşu"nu gösteriyordu. Çok açık ve net olarak Beşiktaşlılar bunu sahiplenmiyor ve eğer pislik varsa kupanın iadesini ve hatta bir alt lige düşürülmeyi istiyorlardı. Fenerbahçelilerin "ligin marka değeri", "Fenerbahçe'nin önemi" gibi yaklaşımlarına karşın Beşiktaşlıların bu duruşu çok dikkat çekti ve takdir topladı. Öyle ki, Beşiktaşlı olmayanlar bile çok takdir ettiklerini ve "Beşiktaşlı duruşu dedikleri sanırım bu." şeklinde yorumlarını beyan ediyordu. Bu durum daha sonra Çarşı'nın meşhur manifestosuna yansıdı ve ardından da gelen tepki ve talepler üzerine YD, "aklanana kadar" 2010-2011 Türkiye Kupası'nı federasyona iade etti.


      YD'nin kupayı iadesinin getirdiği bazı hususlar ya da soru işaretleri var, bunu belirtmem gerek. YD burada Beşiktaşlıların sesine kulak vererek kupayı iade etmiştir. Tabiî burada şunları sormak gerek:

      1- YD'nin kupayı iadesi gerçekten takdir edilecek, örnek alınacak bir davranış mıdır?
      2- YD'nin kupayı iadesi kuşkusuz alkışlanacak bir husustur ancak kupayı iadesine rağmen getirisi olan UEFA'ya katılmıştır. Bu sebeple, kupayı iadesi tribünlere oynanan bir oyun mudur, bir dalavere midir, ucuz kahramanlık mıdır?
      3- Beşiktaş adına YD, kupayı iade ederken aynı operasyonda şaibeli olan Fenerbahçe, Beşiktaş'ın yaptığını yapmayarak 2010-2011 Türkiye Ligi Şampiyonluk Kupası'nı iade etmemiştir. Bu durumda, Fenerbahçe'nin kupayı iade etmediği bir durumda Beşiktaş'ın ve YD'nin kupayı iadesi, en hafif tabirle saflık mıdır?

      Bu soruları sormak gerekir. Kuşkusuz bunlardan saflık diyen de çıkacaktır, ucuz kahramanlık diyen de, takdir edilecek bir davranış diyen de. İlginçtir, kim ne derse desin, bu hususta herkes kendi açısından haklıdır.

      Şike operasyonunda ilerleyen süreçte YD'nin tutumu ve davranışları ilginçtir. Öncelikle şunu belirtmem gerekir, teknik direktörü, yöneticisi, vs. şikeye, şaibeye karışıyorsa ya da en azından bu konuda iddialar varsa, en azından kulüp başkanı olarak YD'nin de ifadesi alınmalıydı, ancak ilginçtir bu aşamada hiçbir şekilde YD'nin ifadesine başvurulmamıştır. YD, bu süreçte içerideki Beşiktaşlıları savunacağı yerde onları dışlamış, TFF'ye, TFF'nin gizli patronu Digiturk ve Lig TV'ye ve de mevcut siyasi iktidara yaranma ve hatta yalakalık yoluna gitmiştir. Bu hususta, kendisi ve Aziz Yıldırım'ın yerine başkan seçildiği Kulüpler Birliği'nin, yayıncı kuruluş Lig TV'nin açıkça isteği ve direktifi olan "play-off sistemini" savunması dikkate değerdir. (Lig TV, play-off maçlarını ayrı paket hâlinde satacağını açıklamıştır!) Beşiktaş Başkanlığı'nın yanı sıra artık Kulüpler Birliği Başkanlığı unvanları da bulunan YD'ye bu unvanlar yetmemiş olacak ki Digiturk'un fahri dekoder satış-pazarlama elemanlığı görevini ve unvanını da üstlenmiştir. Bu hususta, 24 Ağustos 2011 tarihinde yaptığı şu açıklama dikkate değerdir (Bu işin ayrıntılarını Noat Samisa çok güzel açıklamış. Okumanızı öneririm):

      ''...Futbol ailesinin tek amacı vardır; yere düşmüş olan futbolumuzu ayağa kaldırmak. Bu her futbolseverin de birinci vazifesidir. Maç fazlalığı, derbi maçların fazla oynanması, bu canlılığı tekrar geri getirecektir. Kişiler geçicidir, kulüpler kalıcıdır; herkesin dekoder alarak kulübüne sahip çıkması gerektiğine inanıyoruz.''

      Yıldırım Demirören - 24 Ağustos 2011


      Siyasî İktidarla İlişkiler ve Bardağı Taşıran Son Damla: Taziye Mesajı

      Gelelim zurnanın zırt dediği, bu yazının yazılmasına ve başlığın atılmasına sebep olan kısma... Bu kısımda şunu belirtmeyi uygun görüyorum: Burada siyasî iktidar derken tabiî ki mevcut AKP iktidarını kast ediyorum. Eğer AKP iktidarı yerine başka bir iktidar ya da YD yerine başka bir başkan ve yönetim olsaydı gene de aynı şekilde eleştirilerimi belirtirdim...

      YD'nin siyasî iktidarla ilişkisi hiçbir zaman kötü olmamıştır, YD de hep iyi ve diri tutmak için çabalamıştır. Bunun sebebi Beşiktaş için stad projesi olduğu kadar YD'nin şahsî işleri ve iş dünyasındaki konumuyla da ilgilidir. YD bu hususta, sırf iktidara yaranmak ve iktidar ilişkileri için bir ara eski İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun oğlu Murat Aksu'yu yönetime almış ve ona 2. Başkanlık görevini vermiştir. Sonradan Murat Aksu ile anlaşamamışlar ve Murat Aksu ayrılmıştır, o ayrı konu...


      YD'nin yaptığı son hareket ise bardağı taşıran son nokta olmuştur. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın annesinin vefatı dolayısıyla, Beşiktaş adına kulübün resmî sitesinden taziye mesajı taraflı tarafsız herkesin dikkatini çekmiş, "Demirören ne yapıyor" ve "yalakalığın bu kadarına da pes" dedirtmiştir:

      Kıymetli Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın annesi Tenzile Erdoğan'ın vefatı beni, ailemi ve camiamızı derinden üzmüştür.

      Türkiye Cumhuriyeti'nin muasır medeniyetler seviyesine yükselmesi hedefinde büyük işler başaran, son yılların en büyük ekonomik yükselişinin mimarı olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ı bizlere armağan eden, vefakâr annelerimizden Tenzile Erdoğan'a Allah'tan rahmet, Erdoğan ailesine ve yakınlarına başsağlığı dilerim.

      Yıldırım Demirören
      Beşiktaş JK Yönetim Kurulu Başkanı

      "Ne muasır medeniyeti, ne ekonomik yükselişi!" gibi konulara girmeyeceğim burada ama böyle bir taziye olmaz. "Taziye mesajı yayınlamasın mı, yayınlayamaz mı?" diye soran çıkabilir. Yayınlar, yayınlayabilir tabiî. Burada söz konusu olan yayınlaması değil, içeriği. Eğer normal bir taziye mesajı olsaydı, yani yalakalık kısımları olmasaydı kimse bir şey demezdi, diyemezdi. Ha eğer YD ille de böyle bir taziye yayınlamak istiyorsa bunu şahsı adına, ailesi adına, o da olmadı şirketi adına yayınlayabilirdi ama Beşiktaş adına kabul edilebilir değil bu. Beşiktaş YD'nin malı ya da çiftliği değil, kendi işleri ve keyfî işleri için kullanabileceği bir yer değil...  

      YD'nin taziyeden öte her şey içeren taziye mesajı çok tartışıldı ve haklı olarak da çok eleştirildi, eleştiriliyor sözlüklerde, forumlarda, bloglarda ve Beşiktaş sitelerinde. Herkes kendince fikrini, yorumunu, tepkisini belirtiyor, hatta "Ortadoğu'nun Sultanı gibi ifadeler yok" diye dalga geçiliyor ya da "8-0'lık Liverpool yenilgisi bile bu kadar utandırmamıştı." şeklinde yorumlar yapılıyor ama bu konuda Burası Kapalı Ailesi'nin, benim de altına imzamı atabileceğim, cevap niteliğinde bir mesajı var ki yayınlamadan geçemeyeceğim:

      Kıymetsiz Başkanımız Yıldırım Demirören yüzünden Beşiktaş ilkelerinin vefat etmesi, Burası Kapalı ailesini ve camiamızı derinden üzmüştür.

      Beşiktaş Kulübünün mahalli ruhunu görmezden gelerek camiayı vahşi kapitalizmin adeta esiri haline getiren, saçma sapan transferlere cebinden saçtığı milyon dolarla kulübü borç bağımlısı haline getiren, kulübümüzün ahlaki değerlerine tarihin en büyük çöküşünü yaşatan, şike ve teşvik primi cezaları hafiflesin diye Kulüpler Birliği Başkanı sıfatıyla Bakanlık kapılarını aşındıran, iktidarda olan bir siyasi lidere yaranmak için şahsi acı ve kayıplarını kullanmakta beis görmeyen ve bu sömürüye Beşiktaş resmi internet sitesini ve camiasını alet etmekten çekinmeyen Yıldırım Demirören sebebiyle hakkın rahmetine uğurladığımız koca çınar Beşiktaş asaletine, tarafsızlığına, dürüstlüğüne, kimsenin adamı olmama vasfına Allah’tan rahmet ve büyük Beşiktaş taraftarına başsağlığı dileriz.

      Saygılarımızla,

      BURASI KAPALI AİLESİ


      Burası Kapalı Ailesi'nin yayınladığı mesajın bir benzeri de Önce Beşiktaş tarafından yayınlandı hem resim (yukarıdaki) hem de yazılı olarak:

      Başkan yine abarttı!

      Başbakanımızın annesinin vefatı üzerine kulübümüzün resmi sitesinden başkanımız adına yayınlanan başsağlığı mesajı amacını aşıp siyasi propagandaya dönüşmesini hayretler içinde okuduk.

      Beşiktaş JK hiçbir siyasi düşünceye hizmet etmeyip her düşünce ve görüşe eşit mesafede olması gerekirken başkanımızın bunu hiçe saymasını kendini öne çıkarmasını tarihimize kara leke olarak yazdık.

      YD'yi artık tanıyamıyoruz. Nerede o 100. yılımızdaki YD, nerede bugünkü YD! Şu anki hâli açıkça utandırmaktadır, yerin dibine sokmaktadır, yalakalıkta sınır tanımamaktadır. YD'nin derdi artık Beşiktaş değil, derdi kendisi, ailesi ve cebi... Ancak şunu belirtmem gerekir ki eğer olur da başkanlığı bırakırsa AKP milletvekilliği hazır gibi görünüyor ya da en azından onun altyapısını yapıyor. Ayrıca ihaleler ve de iş hayatındaki çeşitli iş ve girişimleri için de koruma kalkanını hazırlamış bulunuyor... Beşiktaş'ta birçok yönetici, teknik ekip geldi geçti ama YD'nin kendisi bir türlü gidemedi!!!

      Son olarak şunu demek istiyorum: Beşiktaş'ta YD bir türlü gitmedi, gidemedi. Galatasaray, Adnan Polat faciası yaşadı ve kurtuldu. Şu anki başkan Ünal Aysal'ın bu konulardaki durumunu tam bilmediğimden o konuda bir şey diyemem ama Fenerbahçelilere başkanları Aziz Yıldırım'a sahip çıkmalarını öneriyorum. Aziz Yıldırım iyidir kötüdür o ayrı bir konu ama eğer YD ya da Adnan Polat türü bir başkan istemiyorlarsa başkanlarına sahip çıksınlar çünkü Fenerbahçe'de de bu türde bir başkan ve yönetimin olması çabası var.

      Not: YD'nin icraatlerine ve açıklamalarına ayrıntılı bir şekilde BJK Online'dan, Donanım Haber Forumundan ulaşabilirsiniz.

      Not 2: Kuşkusuz ölüm, yüzü soğuk bir kavram. Hiç sevmediği bir kişinin ölüm haberinde bile insanın içini burukluk kaplıyor, ister istemez bir hüzün kaplıyor... Ben de, her ne kadar kendisinin muhalifi olsam da, yalakalıktan uzak ve samimi bir şekilde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a başsağlığı diliyor, annesi Tenzile  Erdoğan'a da Allah'tan rahmet diliyorum... Her ne kadar yeri olmasa da bu cenaze vesilesiyle başbakanın, hürriyetlerinden yoksun bıraktığı insanların ve ailelerinin, bir türlü cenazelerine gitmediği ve görüşmek için de randevu vermediği şehitlerin ailelerinin durumlarını anlamasını umuyorum. Yine bu sebeple "ananı da al git" lafını düşündü mü merak ediyorum. Toparlarsak aslında dünyanın fani, hayatın ve gereksiz mücadelelerin yalan, kralın aslında çıplak olduğunun farkına varmasını umuyorum.

      Not 3: Aslında ilk başta yazının başlığını "Yıldırım Demirören: Nam-ı Diğer Bay Yalaka!" koymuştum. Sonra ise bunun ağır olduğunu düşündüm ve değiştirmeyi uygun buldum.

      ShareThis

      Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...