10 Ekim 2011 Pazartesi

Yıldırım Demirören: Beşiktaşlıları Utandıran Adam!!!

Yıldırım Demirören... Beşiktaş taraftarıyla, camiasıyla bir türlü yıldızı barışmayan Beşiktaş'ın başkanı. Nedenlerine gelince, saymakla bitmez. Şu bir gerçek ki Yıldırım Demirören (YD) ismini duyup da hakkında olumlu konuşan Beşiktaşlı sayısı azdır, giderek de azalmaktadır...


Şimdi bu konuda en başa gidelim... Serdar Bilgili, 1992 yılında Süleyman Seba yönetimindeki Beşiktaş Yönetim Kurulu'na seçildi ve böylece onun Beşiktaş'taki yöneticilik görevi başladı. 1992-98 yılları arasında Beşiktaş Yönetim Kurulu'nda görev yapan Bilgili, 2000 yılındaki başkanlık seçimini kazanarak kulübe başkan oldu. Daha önce kulüpte 6 sene gibi bir süre çeşitli görevlerde yöneticilik yapan Bilgili, başkanlığının ilk döneminde (2 yıl) pek fazla bir başarı gösteremedi. Buna rağmen 2002'deki seçimlerde oyların yarısından fazlasını alarak yeniden başkan seçildi. 2. dönemi gösterdi ki aslında başkanlığının ilk dönemi, başkanlık görevi açısından bir acemilik, bir altyapı dönemiydi, zira 2. dönemi çok farklı bir tablo içeriyordu. İlk dönemindeki başarısızlıklarından ders çıkaran, yanlışlarını gören ve de acemiliğini üstünden atan Serdar Bilgili iyi işler çıkartıyordu, üstelik bu dönemin Beşiktaş'ın 100. yılına denk gelmesi ise ayrı bir olaydı. Bu dönemde, öyle bir takım, öyle bir sistem kurulmuştur ki çeşitli branşlarda başarılı olmuştur Beşiktaş. Futbol takımına baktığımızda ise tüm sezon boyunca tek yenilgi alarak şampiyon olmuş, ertesi sezon ise ilk yarıyı kayıpsız atlatmıştır, ki bu 51 maçta 1 yenilgi anlamına geliyordu. 100. yıldaki (2002-2003 sezonu) güzel, etkili ve başarılı futbol uzun sürmedi, süremedi maalesef. 101. yılın ilk yarı sonunda en yakın rakibi Fenerbahçe'nin 11 puan önündeydi (Fenerbahçe'nin 1 maçı eksikti çünkü Çaykur Rizespor maçında çift sarıdan kırmızı çıkmayınca kural ihlalinden maç iptal olmuş ve 2. yarının başında yeniden oynatılmasına karar verilmişti), Avrupa'da da çeyrek finalin kapısından dönmüştü Beşiktaş ama operasyon uzakta değildi. Maraton programında Şansal Büyüka ve Erman Toroğlu "Beşiktaş'ın önünü kesmek gerek, yoksa bu ligin tadı kalmaz. Kimse sonucu belli olan ligi izlemez ve bu gidişle hepimiz aç kalacağız." türünde, görünürde espili ama gerçekçi yorumlar yapmıştı... 25 Ocak 2004'te İnönü'de oynanan, 2. yarının ilk maçı olan Beşiktaş-Samsunpor maçıyla operasyon başlamıştı. Bu maçta Cem Papila 5 kırmızı kart göstermiş ve Beşiktaş hükmen yenik sayılmıştı. Operasyon lig sonuna kadar devam etti. O maça kadar geride kalan 51 maçta 1 yenilgi alan takım, sonraki 17 maçta doğru dürüst, hele hele neredeyse 2 maç üst üste galibiyet alamıyordu. Sonuçta Fenerbahçe 11 puan geriden geldi ve açık farkla şampiyon oldu. Herkes Beşiktaş'ın olumsuz durumunu Samsunpor maçındaki 5 kırmızıya bağlıyordu ama bir operasyon olduğu gözümüzün içine sokarcasına ortadaydı...

YD'ye gelirsek... YD'nin o dönemdeki durumu ve yaptıkları da dikkate değerdir. Serdar Bilgili yönetimindeki kulüpte Futbol Şube Sorumluluğu görevinde bulunan ve 100. yıldaki şampiyon ekipte yer alan YD, 11 Kasım 2003 günlü açıklamasında istifayı düşünmediğini ve başkan Serdar Bilgili'ye bağlılığını bildirirken, 13 Kasım 2003 günü ise başkanlık için önünü açmak üzere (Tesisler Komitesi Başkanlığı ve Futbol Komitesi Üyeliği görevlerini yürüten yönetici ve aynı zamanda eniştesi olan (kız kardeşinin kocası) Kıvanç Oktay ile birlikte) istifasını sunmaktadır. Bu dikkate değerdir çünkü operasyon saha içinden önce kulüp içinde başlamış ve bunun için de YD seçilmiştir. Kulüp için 24 Nisan 2004 tarihi önemlidir zira o günkü Fenerbahçe maçında Beşiktaş tribünlerinden Başkan Serdar Bilgili'ye ve özellikle de kızına organize bir şekilde küfredilmiştir. Küfredenler de öyle sıradan insanlar değildir, localardan, kombine alanlardan ve VIP'ten küfür gelmiştir başkana ve kızına. Bu küfürlerin ise YD tarafından organize edildiği ve YD tarafından küfür ettirildiği iddiaları mevcuttur. Başkan Bilgili istifa kararı almış, bununla birlikte teknik direktör Lucescu da ayrılık kararı almıştır. Yaprak dökümü gerçekleşmekte, istifalar birer ikişer gelmekte, operasyon işlemektedir. (Türkiye benzer bir durumu daha önce, 2002'de, siyaset arenasında yaşamış ve o dönem iktidardaki DSP'den başını İsmail Cem'in çektiğ ekip istifa etmiş ve istifalar sonucu parti dağılmıştır. Her ne kadar parti halen varlığını devam ettirse de o gün, o dönem siyaseten rahmetli olmuştur.) 


Beşiktaş'ın onurlu, dürüst, temiz ve başarılı başkanı Serdar Bilgili ve yönetimi istifa etmiştir. Başta Divan Kurulu Başkanı Şeref Nasır olmak üzere Divan Kurulu üyeleri ve Beşiktaşlılar Serdar Bilgili'nin kulübün başından gitmemesini istediler ama olmadı. Seçim kararı alındı. Tarihler 6 Mayıs 2004'ü gösterirken bir isim başkanlığa adaylığını koydu. Sürpriz olmayacağı üzere bu isim: Yıldırım Demirören. 30 Mayıs 2004 tarihindeki seçimde Fikret Orman'ın 162 oy önünde seçimi kazanarak başkan seçilmiştir. (YD: 3272, Fikret Orman: 3110, Erol Kaynar: 218, Affan Keçeci: 210) Kulübün 32. başkanı olan YD ve asbaşkan olacak olan eniştesi Kıvanç Oktay 30 Mayıs 2004 tarihinde başa geçmiştir. Belki o dönem, 100. yıldaki şampiyonluğun ve o ekipte bulunmalarının hatırına Beşiktaşlılarca olumlu karşılandı YD'nin başkanlığı ancak ilerleyen süreçte bu olumlu durum yerini olumsuzluğa, pişmanlığa, üzüntüye, kızgınlığa ve hatta nefrete bıraktı.

YD'nin Başkanlık Serüveni

Yukarıdaki giriş kısmını uzun ve belki de gereksiz bulanlar olacaktır ama Beşiktaş'la ve YD ile ilgili bazı gerçekleri hatırlatmak ve yazının geri kalanının da altyapısını oluşturmak için koydum. Neyse... 2004'te YD'nin başkan olmasıyla adeta tamamlandı operasyon. YD'nin başkanlığı sonrası nedense hiç gündeme gelmedi, araştırılmadı 2003-2004 sezonunda yapılan operasyon, Beşiktaş'ın şampiyonluğunun elden gitmesi. Ancak sorumlusunun başta olduğu düşünülünce bunun neden yapılmadığı da anlaşılıyor. İlginçtir, baş sorumlu YD 29 Mart 2005'te, TBMM Araştırma Komisyonu'na bilgi veriyor ve "kaçan şampiyonluğun araştırılmasını" istiyor. İstiyor istemesine ama ne kendisi kılını kıpırdatıyor bu konuda ne araştırma yapıp peşine düşüyor ne de komisyonu zorluyor. Futbol terimiyle tribünlere oynuyor. Yine bu dönemde ilginç bir şekilde, 18 Kasım 2005'te istifa edeceğini ve başkanlığını bırakacağını açıklayan YD, aynen Serdar Bilgili döneminde yaptığı gibi çark ederek, sadece 2 gün sonra, 20 Kasım 2005'te vazgeçtiğini ve Ocak 2007'ye kadar kalmaya karar verdiğini açıkladı.


Serdar Bilgili'nin saat gibi işleyen kaliteli ekibi yavaş yavaş bozuldu. Üstüne üstlük "parayla saadet" olacağını düşünen ve "neyse parası veririz" mantığıyla hareket eden bir ekip ve anlayış oluştu Beşiktaş'ta. Hesapsız ve isabetsiz yapılan transferler, kontrolsüz harcanan paralar, gereğinden fazla ödenen transfer ücretleri ve tazminatlar damgasını vurdu. Mesela bir türlü istikrarı yakalayamayan ve istenen başarıyı sağlayaman Jean Tigana'nın tazminatı yüzünden gönderilememesi, CAS'ın verdiği Vicente Del Bosque ve yardımcılarına tazminat ödenmesi kararını örnek verebiliriz. Transferde ise düşüncesizce ve gereksizce yapılan transferleri örnek verebiliriz. Ancak bu transferler içinde birisi var ki ona değinmeden edemeyiz: Tabata transferi. Tabata'yı 8 milyon Euro'ya Gaziantepsor'dan transfer etti ve şu ana kadarki en pahalı transfer konumunda. Bu transfer haklı olarak çok eleştirildi ve sonuç ortada! Tabata şu anda Beşiktaş'ta yok...

YD, Beşiktaşlılarca "ne zaman gidecek" diye gözünün içine bakılan bir isim. Kulübün karanlık ismi Sinan Engin varken gitmesi gereken kişi sayısı 2 olarak görülüyordu, o istifa edince "kaldı 1" denildi.  Mustafa Denizli geldi bu sayı 2'ye çıktı, o gitti tekrar 1'e düştü. Ne yazık ki bu sayı hiç 0 olmadı!


Bir dönem eski Fenerbahçelileri toplayan YD'yi bugün "Guti, Quaresma gibi dünya yıldızlarını getiriyor" diye sevenler, övenler olabilir ama ortada kalıcı bir başarı olmadıktan sonra yıldızları getirmenin anlamı yok. Üstelik Metin, Ali, Feyyaz, Rıza, Recep, Mutlu gibi adamlar bulamadıktan, yetiştiremedikten sonra yıldızları getirmek ancak günü kurtarmak, tribünlere oynamak ve gereksiz transfer harcamalarına girmektir.

Bugün kulübe baktığımızda, kulüp YD'nin elinde adeta Milangazspor'a dönmüş vaziyettedir. Kulübün 25 Eylül 2011'deki Divan Kurulu Toplantısı'nda yapılan açıklamaya göre 30 Haziran 2011 itibariyle toplam borç 357 milyon lira iken YD'ye olan borç 85 milyon liradır. Yani borcun 4'te 1'i YD'yedir, üstelik yeni transferler ve harcamalar yani 30 Haziran sonrası dahil değildir bu tabloya.

Bugün YD Beşiktaş için "atsan atılmaz satsan satılmaz" bir duruma gelmiştir. Kulübün YD'ye olan borcu bu konuda en önemli etkendir. Bu konuyla ilgili olarak YD'nin 8 Ocak 2010 tarihli "Seçimi kaybedersem paramı alırım. Hele hele seçilen kişi kötü niyetliyse kongrenin ertesi günü alırım." şeklinde beyanatı da mevcuttur. Bu demektir ki kulüp tamamen YD'nin şahsına ve keyfine endeksli hâldedir. Buradaki "kötü niyet"ten kastın ne olduğu ise tamamen YD'nin kendi şahsî ve keyfî kanaatine bırakılmıştır.

Şike Operasyonu

Kuşkusuz, Türk Futbolu için 3 Temmuz 2011 tarihi önemli bir tarih çünkü bu tarihte şike operasyonu başlatılmıştır. Şunu kabul edelim ki operasyon özelde Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım endekslidir ama Beşiktaş da Serdal Adalı, Tayfur Havutçu ve Ahmet Ateş ile birlikte buna dahil edilmiştir. Bu konuda bazı şeylere ilerleyen yazılarda değinmeyi düşünüyorum. Bunun dışında, konuyla ilgili bazı hususlara bir önceki yazımda değindiğim için burada tekrar değinmeyip işin Beşiktaş kısmına değineceğim kısaca. 

13 Temmuz 2011 günü Beşiktaş'tan Asbaşkan Serdal Adalı, Teknik direktör Tayfur Havutçu ve Ahmet Ateş ile birlikte İstanbul Büyükşehir Belediyespor'dan futbolcular İbrahim Akın ve İskender Alın tutuklandı. Bu tutuklamanın gerekçesi ise 2010-2011 sezonu Türkiye Kupası finalinde yapılan şike olarak ifade edildi. Bu durumun ortaya çıkmasıyla birlikte Beşiktaş taraftarı adeta organize olmuş bir şekilde "eğer böyle bir şey varsa biz bu kupayı istemiyoruz", "eğer şike varsa, pislik varsa bizi düşürün" şeklinde YD'nin vurguladığı ama bir türlü gösteremediği "Beşiktaşlı duruşu"nu gösteriyordu. Çok açık ve net olarak Beşiktaşlılar bunu sahiplenmiyor ve eğer pislik varsa kupanın iadesini ve hatta bir alt lige düşürülmeyi istiyorlardı. Fenerbahçelilerin "ligin marka değeri", "Fenerbahçe'nin önemi" gibi yaklaşımlarına karşın Beşiktaşlıların bu duruşu çok dikkat çekti ve takdir topladı. Öyle ki, Beşiktaşlı olmayanlar bile çok takdir ettiklerini ve "Beşiktaşlı duruşu dedikleri sanırım bu." şeklinde yorumlarını beyan ediyordu. Bu durum daha sonra Çarşı'nın meşhur manifestosuna yansıdı ve ardından da gelen tepki ve talepler üzerine YD, "aklanana kadar" 2010-2011 Türkiye Kupası'nı federasyona iade etti.


YD'nin kupayı iadesinin getirdiği bazı hususlar ya da soru işaretleri var, bunu belirtmem gerek. YD burada Beşiktaşlıların sesine kulak vererek kupayı iade etmiştir. Tabiî burada şunları sormak gerek:

1- YD'nin kupayı iadesi gerçekten takdir edilecek, örnek alınacak bir davranış mıdır?
2- YD'nin kupayı iadesi kuşkusuz alkışlanacak bir husustur ancak kupayı iadesine rağmen getirisi olan UEFA'ya katılmıştır. Bu sebeple, kupayı iadesi tribünlere oynanan bir oyun mudur, bir dalavere midir, ucuz kahramanlık mıdır?
3- Beşiktaş adına YD, kupayı iade ederken aynı operasyonda şaibeli olan Fenerbahçe, Beşiktaş'ın yaptığını yapmayarak 2010-2011 Türkiye Ligi Şampiyonluk Kupası'nı iade etmemiştir. Bu durumda, Fenerbahçe'nin kupayı iade etmediği bir durumda Beşiktaş'ın ve YD'nin kupayı iadesi, en hafif tabirle saflık mıdır?

Bu soruları sormak gerekir. Kuşkusuz bunlardan saflık diyen de çıkacaktır, ucuz kahramanlık diyen de, takdir edilecek bir davranış diyen de. İlginçtir, kim ne derse desin, bu hususta herkes kendi açısından haklıdır.

Şike operasyonunda ilerleyen süreçte YD'nin tutumu ve davranışları ilginçtir. Öncelikle şunu belirtmem gerekir, teknik direktörü, yöneticisi, vs. şikeye, şaibeye karışıyorsa ya da en azından bu konuda iddialar varsa, en azından kulüp başkanı olarak YD'nin de ifadesi alınmalıydı, ancak ilginçtir bu aşamada hiçbir şekilde YD'nin ifadesine başvurulmamıştır. YD, bu süreçte içerideki Beşiktaşlıları savunacağı yerde onları dışlamış, TFF'ye, TFF'nin gizli patronu Digiturk ve Lig TV'ye ve de mevcut siyasi iktidara yaranma ve hatta yalakalık yoluna gitmiştir. Bu hususta, kendisi ve Aziz Yıldırım'ın yerine başkan seçildiği Kulüpler Birliği'nin, yayıncı kuruluş Lig TV'nin açıkça isteği ve direktifi olan "play-off sistemini" savunması dikkate değerdir. (Lig TV, play-off maçlarını ayrı paket hâlinde satacağını açıklamıştır!) Beşiktaş Başkanlığı'nın yanı sıra artık Kulüpler Birliği Başkanlığı unvanları da bulunan YD'ye bu unvanlar yetmemiş olacak ki Digiturk'un fahri dekoder satış-pazarlama elemanlığı görevini ve unvanını da üstlenmiştir. Bu hususta, 24 Ağustos 2011 tarihinde yaptığı şu açıklama dikkate değerdir (Bu işin ayrıntılarını Noat Samisa çok güzel açıklamış. Okumanızı öneririm):

''...Futbol ailesinin tek amacı vardır; yere düşmüş olan futbolumuzu ayağa kaldırmak. Bu her futbolseverin de birinci vazifesidir. Maç fazlalığı, derbi maçların fazla oynanması, bu canlılığı tekrar geri getirecektir. Kişiler geçicidir, kulüpler kalıcıdır; herkesin dekoder alarak kulübüne sahip çıkması gerektiğine inanıyoruz.''

Yıldırım Demirören - 24 Ağustos 2011


Siyasî İktidarla İlişkiler ve Bardağı Taşıran Son Damla: Taziye Mesajı

Gelelim zurnanın zırt dediği, bu yazının yazılmasına ve başlığın atılmasına sebep olan kısma... Bu kısımda şunu belirtmeyi uygun görüyorum: Burada siyasî iktidar derken tabiî ki mevcut AKP iktidarını kast ediyorum. Eğer AKP iktidarı yerine başka bir iktidar ya da YD yerine başka bir başkan ve yönetim olsaydı gene de aynı şekilde eleştirilerimi belirtirdim...

YD'nin siyasî iktidarla ilişkisi hiçbir zaman kötü olmamıştır, YD de hep iyi ve diri tutmak için çabalamıştır. Bunun sebebi Beşiktaş için stad projesi olduğu kadar YD'nin şahsî işleri ve iş dünyasındaki konumuyla da ilgilidir. YD bu hususta, sırf iktidara yaranmak ve iktidar ilişkileri için bir ara eski İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun oğlu Murat Aksu'yu yönetime almış ve ona 2. Başkanlık görevini vermiştir. Sonradan Murat Aksu ile anlaşamamışlar ve Murat Aksu ayrılmıştır, o ayrı konu...


YD'nin yaptığı son hareket ise bardağı taşıran son nokta olmuştur. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın annesinin vefatı dolayısıyla, Beşiktaş adına kulübün resmî sitesinden taziye mesajı taraflı tarafsız herkesin dikkatini çekmiş, "Demirören ne yapıyor" ve "yalakalığın bu kadarına da pes" dedirtmiştir:

Kıymetli Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın annesi Tenzile Erdoğan'ın vefatı beni, ailemi ve camiamızı derinden üzmüştür.

Türkiye Cumhuriyeti'nin muasır medeniyetler seviyesine yükselmesi hedefinde büyük işler başaran, son yılların en büyük ekonomik yükselişinin mimarı olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ı bizlere armağan eden, vefakâr annelerimizden Tenzile Erdoğan'a Allah'tan rahmet, Erdoğan ailesine ve yakınlarına başsağlığı dilerim.

Yıldırım Demirören
Beşiktaş JK Yönetim Kurulu Başkanı

"Ne muasır medeniyeti, ne ekonomik yükselişi!" gibi konulara girmeyeceğim burada ama böyle bir taziye olmaz. "Taziye mesajı yayınlamasın mı, yayınlayamaz mı?" diye soran çıkabilir. Yayınlar, yayınlayabilir tabiî. Burada söz konusu olan yayınlaması değil, içeriği. Eğer normal bir taziye mesajı olsaydı, yani yalakalık kısımları olmasaydı kimse bir şey demezdi, diyemezdi. Ha eğer YD ille de böyle bir taziye yayınlamak istiyorsa bunu şahsı adına, ailesi adına, o da olmadı şirketi adına yayınlayabilirdi ama Beşiktaş adına kabul edilebilir değil bu. Beşiktaş YD'nin malı ya da çiftliği değil, kendi işleri ve keyfî işleri için kullanabileceği bir yer değil...  

YD'nin taziyeden öte her şey içeren taziye mesajı çok tartışıldı ve haklı olarak da çok eleştirildi, eleştiriliyor sözlüklerde, forumlarda, bloglarda ve Beşiktaş sitelerinde. Herkes kendince fikrini, yorumunu, tepkisini belirtiyor, hatta "Ortadoğu'nun Sultanı gibi ifadeler yok" diye dalga geçiliyor ya da "8-0'lık Liverpool yenilgisi bile bu kadar utandırmamıştı." şeklinde yorumlar yapılıyor ama bu konuda Burası Kapalı Ailesi'nin, benim de altına imzamı atabileceğim, cevap niteliğinde bir mesajı var ki yayınlamadan geçemeyeceğim:

Kıymetsiz Başkanımız Yıldırım Demirören yüzünden Beşiktaş ilkelerinin vefat etmesi, Burası Kapalı ailesini ve camiamızı derinden üzmüştür.

Beşiktaş Kulübünün mahalli ruhunu görmezden gelerek camiayı vahşi kapitalizmin adeta esiri haline getiren, saçma sapan transferlere cebinden saçtığı milyon dolarla kulübü borç bağımlısı haline getiren, kulübümüzün ahlaki değerlerine tarihin en büyük çöküşünü yaşatan, şike ve teşvik primi cezaları hafiflesin diye Kulüpler Birliği Başkanı sıfatıyla Bakanlık kapılarını aşındıran, iktidarda olan bir siyasi lidere yaranmak için şahsi acı ve kayıplarını kullanmakta beis görmeyen ve bu sömürüye Beşiktaş resmi internet sitesini ve camiasını alet etmekten çekinmeyen Yıldırım Demirören sebebiyle hakkın rahmetine uğurladığımız koca çınar Beşiktaş asaletine, tarafsızlığına, dürüstlüğüne, kimsenin adamı olmama vasfına Allah’tan rahmet ve büyük Beşiktaş taraftarına başsağlığı dileriz.

Saygılarımızla,

BURASI KAPALI AİLESİ


Burası Kapalı Ailesi'nin yayınladığı mesajın bir benzeri de Önce Beşiktaş tarafından yayınlandı hem resim (yukarıdaki) hem de yazılı olarak:

Başkan yine abarttı!

Başbakanımızın annesinin vefatı üzerine kulübümüzün resmi sitesinden başkanımız adına yayınlanan başsağlığı mesajı amacını aşıp siyasi propagandaya dönüşmesini hayretler içinde okuduk.

Beşiktaş JK hiçbir siyasi düşünceye hizmet etmeyip her düşünce ve görüşe eşit mesafede olması gerekirken başkanımızın bunu hiçe saymasını kendini öne çıkarmasını tarihimize kara leke olarak yazdık.

YD'yi artık tanıyamıyoruz. Nerede o 100. yılımızdaki YD, nerede bugünkü YD! Şu anki hâli açıkça utandırmaktadır, yerin dibine sokmaktadır, yalakalıkta sınır tanımamaktadır. YD'nin derdi artık Beşiktaş değil, derdi kendisi, ailesi ve cebi... Ancak şunu belirtmem gerekir ki eğer olur da başkanlığı bırakırsa AKP milletvekilliği hazır gibi görünüyor ya da en azından onun altyapısını yapıyor. Ayrıca ihaleler ve de iş hayatındaki çeşitli iş ve girişimleri için de koruma kalkanını hazırlamış bulunuyor... Beşiktaş'ta birçok yönetici, teknik ekip geldi geçti ama YD'nin kendisi bir türlü gidemedi!!!

Son olarak şunu demek istiyorum: Beşiktaş'ta YD bir türlü gitmedi, gidemedi. Galatasaray, Adnan Polat faciası yaşadı ve kurtuldu. Şu anki başkan Ünal Aysal'ın bu konulardaki durumunu tam bilmediğimden o konuda bir şey diyemem ama Fenerbahçelilere başkanları Aziz Yıldırım'a sahip çıkmalarını öneriyorum. Aziz Yıldırım iyidir kötüdür o ayrı bir konu ama eğer YD ya da Adnan Polat türü bir başkan istemiyorlarsa başkanlarına sahip çıksınlar çünkü Fenerbahçe'de de bu türde bir başkan ve yönetimin olması çabası var.

Not: YD'nin icraatlerine ve açıklamalarına ayrıntılı bir şekilde BJK Online'dan, Donanım Haber Forumundan ulaşabilirsiniz.

Not 2: Kuşkusuz ölüm, yüzü soğuk bir kavram. Hiç sevmediği bir kişinin ölüm haberinde bile insanın içini burukluk kaplıyor, ister istemez bir hüzün kaplıyor... Ben de, her ne kadar kendisinin muhalifi olsam da, yalakalıktan uzak ve samimi bir şekilde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a başsağlığı diliyor, annesi Tenzile  Erdoğan'a da Allah'tan rahmet diliyorum... Her ne kadar yeri olmasa da bu cenaze vesilesiyle başbakanın, hürriyetlerinden yoksun bıraktığı insanların ve ailelerinin, bir türlü cenazelerine gitmediği ve görüşmek için de randevu vermediği şehitlerin ailelerinin durumlarını anlamasını umuyorum. Yine bu sebeple "ananı da al git" lafını düşündü mü merak ediyorum. Toparlarsak aslında dünyanın fani, hayatın ve gereksiz mücadelelerin yalan, kralın aslında çıplak olduğunun farkına varmasını umuyorum.

Not 3: Aslında ilk başta yazının başlığını "Yıldırım Demirören: Nam-ı Diğer Bay Yalaka!" koymuştum. Sonra ise bunun ağır olduğunu düşündüm ve değiştirmeyi uygun buldum.

2 yorum:

  1. Ben henüz Yıldırım Demirören'i benimsemiş, onu başarılı addeden bir Beşiktaşlıya rastlamadım. Arasıra hayal etmişimdir Seba'nın YD'nin ofisine dalıp "kalk o koltuktan, daha fazla zarar vermeden" demesini. Kim karşı gelebilir ki Seba'ya.

    Yazıda kesinlikle ve kesinlikle hatta şiddetle katılmadığım bir bölüm var. O da Fenerlilerin Aziz Yıldırım'a sahip çıkması gerekliliğine dair olan bölüm. Asıl tam da bu sahip çıkma meselesi yüzünden Fenerin tabiri caizse burnu boktan kurtulmuyor. Böyle adamlar size 2-3 şampiyonluk yaşatır ama öyle işler yaparlar ki takımı 10 sene geriye götürürler. Özellikle son 100 günde Fener taraftarının "ya şike yapmışsa" ihtimalini hiç göz önüne almadan Aziz Yıldırım'ı desteklemeleri sonucu camianın baskıya dayanayamaması sonucu bugün Fenerbahçe Avrupa'da yok. Detaylandırarak anlatmaya sanırım gerek yok. O yüzden bu "destek" sürdükçe şiarım hep aynı kalacak: "Fenerbahçe'nin en büyük düşmanı Fenerbahçe taraftarıdır.

    Geçenlerde Facebook'ta da yazmıştım YD'nin Kulüpler Birliği'nin başkanı olmasına dair: "Eski başkan ahlaksızdı, yeni başkan aptal. Acaba hangisi kulüpler için daha iyi". Futbol camiasına yuh olsun ki her noktada kötünün iyisine tahammül etmek zorunda kalıyoruz.

    YanıtlaSil
  2. İnan şu haliyle Seba gelse daha başarılı işlere imza atar. Ancak elini eteğini çekti bu konulardan Seba. Bir de Seba zaman zaman tutukluları ziyarete gidiyor, hoş bunda Tayfur'un yeğeni olması da önemli bir etken ancak YD bir türlü ziyarete gitmedi, hatta o kişileri tamamen dışladı, sildi.

    Fenerbahçe konusuna gelince... Aziz Yıldırım ve Serdal Adalı'nın tutukluluğu konusunda başta NATO'nun helikopter ihalesi olmak üzere çeşitli konular var. Mesela bu isimlere yapılan sorguda sorulan sorulardan birisi "NATO ihalelerine neden katıldınız?" şeklinde. Bir de tam operasyonun olduğu gün (ya da 1 gün öncesi/sonrası) mevcut iktidara yakın bir işadamı artık Fenerbahçe yönetiminin değişmesi gerektiğini ve kendisinin de aday olacağını açıklıyor. (Şu anda dilimin ucunda ama ismini bir türlü hatırlayamadım ancak minik bir araştırmada bulurum, hatırlarım.) İlerleyen yazılarımdan birinde bu konuya değinip, bu işadamına da yer vermeyi düşünüyorum...

    Benim Aziz Yıldırım'dan kastım iktidar yalakalığına girmemesi. Yoksa başkan Aziz olmuş, başkası olmuş beni ilgilendirmez, Fenerlileri ilgilendirir.

    YanıtlaSil

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...