23 Kasım 2011 Çarşamba

Beşiktaşlı'dan Irkçı, Irkçıdan Beşiktaşlı Olmaz

Bir önceki yazımda, Beşiktaş-Galatasaray maçına damga vuran olaylardan birinin de Galatasaraylı Eboue'ye yapılanlar olduğunu belirtmiştim. Konuyu ayrıca değerlendireceğimi belirterek bu yazıya taşıdım...

Evet, maça damga vuran olaylardan biri de Eboue'ye yapılanlar, sahaya atılanlar... Kuşkusuz bunlar hoş değil ama olay maçtan sonra çok faklı bir boyuta geldi. Eboue'nin, Beşiktaş taraftarının kendisine maymun dediğini iddia ettiği basında yer aldı. Olay bir anda futbolcuya tepkiden ırkçılığa dönüştü, maçtan da öte bir hâl aldı. Bu, üzerinde önemle durulması gereken bir konu.

Şunu ifade edelim, Eboue'ye söylendiği iddia edilen "maymun" veya benzer ifadeler için, Beşiktaş tribünlerinden asla böyle bir şey söylenmez, böyle ırkçı yaklaşımlar sergilenmez... Ha, eğer söylendiyse, bu kendini bilmez 3-5 taraftarın, Beşiktaşlı olamayacak olan Beşiktaş'ın yüz karalarının bok yemeleridir. Bu tip insanların Beşiktaşlıların arasında yeri asla ol(a)maz çünkü Beşiktaşlılar için "İyi bir insan olmak, iyi bir Beşiktaşlı olmaktan önce gelir."


Çarşı Grubu Irkçı Olabilir mi?

Olaya farklı bir yönden daha yaklaşalım... İspanya'da Barcelona'da forma giyerken Samuel Eto'o'ya ırkçı tezahüratlar yapılınca, Çarşı Grubu "Hepimiz Eto'o'yuz" diyerek konumunu belli etti. Onu geçtim, önceki gün Telegol'de Çarşı'nın lideri Alen Markaryan'ın belirttiği gibi tribün lideri bir Ermeni olan taraftar grubu nasıl ırkçı olur? Hepsinden öte, en sevdikleri futbolcu "Pascal Nouma" olan, zamanında Daniel Amokachi, Fani Madida gibi siyahî oyuncuları bağrına basan, her daim ırkçılık karşıtı olan bir kulüp ve taraftar grubu asla ırkçı olamaz. Irkçılık ile Beşiktaş, en son bile yan yana gelemeyecek iki kelimedir.

Burhan Akdağ Beşiktaş'ın Yüz Karasıdır

BJK TV'de Burhan Akdağ isimli, kim ve ne olduğunu bilmediğim birisi Eboue için şu ifadeyi kullanıyor: "Bu Eboue'ye bakın hafta içinde National Geographic'te çok sık görürsünüz." Bu ne şimdi? Bu açıkça ırkçılık değil mi, üstü kapalı bir şekilde maymun demek değil mi? 


Beyimiz bunun üzerine özür dilemiş ama özrü evlere şenlik! Kartal Bakışı'ndan alıntılıyorum:

Eboue hakkında söylenen sözler bana ait, canlı yayında söylediğim sözler. 9.30 gibi söyledim. Ben o programda konuğum. Daha önce de konuk olmuştum; maç öncesi ve sonrasında yorumlarda bulundum. Bu cümlenin anlamını her türlü yaparım...

National Geographic’i izlerseniz her şeyi görebilirsiniz. Dostlarım aradı keşke söylemeseydin dediler. Galatasaray büyük bir camia, yanlış anlamalarını istemem. Galatasaray camiasından özür dilerim. Bugün Beşiktaş camiasında bu konu hakkında bir şeyler konuşulmuş, olay kapatılmak istenirken bu kelimeler çıktı. Bu her türlü anlama çekebilirim. Sular ve çakmakla mücadele eden aslana da benzetebilirim. Ağzımdan zenci kelimesi çıkmadı. Aslanlar sahadaydı, çakmağı atanlar ayrı bir konu. Dediklerimden maymuna da benzetirler, yılana da benzetirler, aslana da benzetirler.

Galatasaray camiası ve Eboue’den özür dilerim. Bu sözlerden kırılanlardan özür dilerim. Öyle bir laf çıktı. Mahkemeye versinler problem değil, söylememem gereken bir laftı.

Bu ifade, Cem Yılmaz'ın deyimiyle "sıçtım, tüyü nereye dikeyim" demektir. Özrü kabahatinden büyük ya da şecaat arz ederken sirkatin söylemek denir bu ifadeye... Dediğim gibi, bu adamı tanımıyorum, kimdir, nedir, necidir onu da bilmiyorum. Ancak bildiğim bir şey var ki, eğer bu adamın kulüple ve/veya BJK TV ile doğrudan ya da dolaylı bir ilişkisi varsa derhal kesilmelidir. Beşiktaş'a yakışan ifade ve yaklaşım budur.


Her daim eleştirdiğimiz Başkan Yıldırım Demirören, ırkçılık ve Eboue konusunda örnek bir yaklaşım sergileyerek Galatasaray Başkanı Ünal Aysal'ı arayarak özür diledi. Aysal da konuyla ilgili olarak 3-5 kişinin yaptığının kulübe mal edilemeyeceğini belirtti. Ayrıca, maçtan sonra haklı bir şekilde sert ifadeler takınan Galatasaraylı blocular da ardından bunun kişileri bağlayacağını belirtti. Tüm Beşiktaşıları töhmet altında bırakan yaklaşımlarını değiştirdikleri için kendilerine teşekkürler...

22 Kasım 2011 Salı

Skoru Bırak Çarşı'ya Bak!

Önceki gün (20 Kasım) Beşiktaş ile Galatasaray İnönü Stadı'nda karşı karşıya geldi. Bu maç, Beşiktaş'ın bu sezonki 2., Galatasaray'ın ise ilk derbisiydi. Bilindiği üzere maç 0-0 sona erdi. Derdim maçın analizini yapmak değil, ki bu konuda televizyonlardaki, gazetelerdeki spor "ulemalarından" daha kaliteli yazan, daha kaliteli analizler-incelemeler yapan birçok site ve blog var. Oralara bakabilirsiniz...

Derdim maçı konuşmak değil dedim ama birkaç kelam etmek istiyorum... Maça baktığımızda, nispeten üstün olan taraf Beşiktaş'tı, hatta galibiyeti kaçıran taraf Beşiktaş'tı diyebilirim. Maçın ilk 20 dakikasındaki Galatasaray'ın üstünlüğünü kırdı ve rakibine, maçın sonuna kadar sürecek bir üstünlük kurdu. Hele 20-25. dakikadan sonra, canı isteyince oynayan Almeida-Quaresma-Simao üçlüsünün şovu vardı ki, bu şovdan gol çıkmaması büyük şanssızlıktı... 


Dakikaları bırakıp genele bakınca, her ne kadar Beşiktaş nispeten üstün olsa da ne Beşiktaşlıları ne de Galatasaraylıları memnun eden bir oyun vardı. Noat Samisa bu durumu şu ifadelerle güzel özetlemiş: 

Ülkenin futbol ortamının özeti hükmünde bir maç oldu. Her iki takım da geçen sezonu bu maça taşıdı, birer 'tarz sahibi takım' görüntüsü sahaya konulamadı.

Nasıl konulsun ki? Mevcut federasyon ve futbol "ulemaları" futbolu mahvetmiş, ortada oynanacak bir futbol bırakmamış. Bunun en bariz örneğini Millî Takım'da gördük! Buna ek olarak, "play-off" adı altında tamamen Digitürk'ün dayatmasıyla ortaya konan bir sistem var. Bu sistem tamamen dekoder satmaya yönelik bir sistem ve play-off maçları ayrı paket hâlinde satılacak! Play-off ile birlikte hedef artık Şampiyon olmak, Şampiyonlar Ligi'ne ya da en kötü ihtimalle Avrupa'ya gitmek değil "ilk 4'e kalmak" oldu. Digitürk'ün dekoder pazarlama işini, pardon, play-off'u savunma işini Beşiktaş Başkanı Y.D.'nin üstlenmesi ne acı!


Neyse, maça dönecek olursak... Maça aslında damgasını vuran şunlar oldu: Galatasaraylı Semih, Galatasaraylı Sabri ile Beşiktaşlı Necip'in sakatlıkları, deplasman yasağı, Almeida'nın verilmeyen golü, Çarşı'nın Van'a yardımı ve Galatasaraylı Eboue'ye yapılanlar... Son ikisine aşağıda değineceğimden ilk dördüne kısaca değineyim... 

  • Galatasaraylı Semih'in, takımının aldığı 1 puanda çok büyük bir emeği var, kuşkusuz maçın yıldızı diyebiliriz. İyi bir oyun ortaya koydu, hatta net golü önledi. İyi oynadı, başarılıydı.
  • Sabri ile Necip'in oyuna girmeleri ile çıkmaları bir oldu neredeyse. İkisi de kötü şekilde sakatlandı, yazık oldu.
  • Deplasman yasağı maça damga vuranlardan biriydi... Bir önceki derbi olan Beşiktaş-Fenerbahçe derbisinde bu yoktu ama bu maçta bu karar alındı. Kimse kimseyi kandırmasın, bu karar tamamen Fenerbahçe ile Trabzonspor'un birbirleriyle olan maçlarında olay çıkmaması için alınmış bir karardır.
  • Almeida'nın verilmeyen golüne gelirsek... Hakem bu kararıyla doğrudan sonuca etki etmiş, Beşiktaş'ın galibiyetini engellemiştir. Herkesin belirttiği gibi ben de pozisyonun net bir şekilde gol olduğunu düşünüyorum. Olmayan bir faul vererek golü saymadı. Halbuki, maçın ilk yarısında Beşiktaşlı Ernst'e  rakip ceza sahası içinde yapılan bir hareket vardı ki belirtilen faulün aynısıydı. Ona faul vermedi ama buna verdi!



Dakika: 65... Soyun!

Maçtan önce, Çarşı'nın Van'daki depremzedeler için yapacağı hareketin maça damga vuracağı aşikardı. Ki öyle oldu. Dakikalar Van'ın plakası olan 65'i gösterdiğinde, soğuğa rağmen üzerlerindekini çıkartarak çıplak kaldı ve sahaya attı Çarşı Grubu. Amaçları, bu hareketleriyle, "Van üşüyor biz de üşüyoruz" mesajı vererek depremzedelerin yanında olduklarını belirtmek, onlara yardım yapmak ve en önemlisi de "babalığını yapmayan Devlet Baba'ya" ve halka onların durumunu hatırlatmaktı. Yardımdan öte mesaj ve hatırlatmaydı yoksa yardımlar zaten maç öncesi toplanmış, kamyonlara yüklenmişti.

Aslında Çarşı'nın bu hareketi ilk değil. Daha önce de Fenerbahçe derbisinde yardım için atkıları sahaya atmışlardı ancak Çarşı'nın bu hareketi, "sahaya yabancı madde atmak" olarak değerlendirildi ve kulübe ceza verildi!


Tribünde, o soğuğa rağmen çırılçıplak kalan insanların yaptığı hareket futbol sömürgenlerini utandırdı mı acaba? Hani, onca para kazanmalarına rağmen ve üstelik Milli Takım forması altında çok matah işler yapmışçasına "şu kadar milyon dolar prim verirseniz şu kadarı Van'daki depremzedelere" diyen, yani "kendim için istiyorsam namerdim, sırf depremzedeler için" diye yaklaşım gösteren sömürgenlerden bahsediyorum. Utandılar mı acaba? Hiç sanmıyorum!

Ha bir de olayı pornografiye vardıran yaklaşımlar söz konusu. Hadi popülizm diye olaya yaklaşanları anlarım, ki zaten yukarıda olayın aslını açıkladık, ama pornografiye vardırmak, hakarete vardırmak, alay etmek kabul edilir değil. Kendileri yapamadığı için mi, kıskandıkları için mi yoksa fanatizm mi bilinmez ama hoş değil! Burası Kapalı yakalamış:


Not: Yukarıda bahsettiğim gibi Galatasaraylı Eboue'ye yapılanlar ya da diğer şekliyle ırkçılık konusu / iddiası da maça damga vurdu ve hatta şu anda maçtan da öte bir hâl aldı. Bu konuya, bir sonraki yazıda ayrı bir şekilde değineceğim...

Not 2: Beşiktaşlıların hazırladığı ama İnönü'de açılamayan pankartı: N.Ç. Ağladığında


12 Kasım 2011 Cumartesi

Bu Kalp Seni Unutmaz: Dr. Atsushi Miyazaki

Depremle iç içe yaşayan, depremi hayatlarının bir parçası sayan Japonya'dan 7.2'lik deprem mağduru Van'a yardım için gelmişti Dr. Atsushi Miyazaki. Japon Yardım Kurtarma Derneği üyesi olarak geldiği Van'da elinden gelen her türlü yardımı yapan Miyazaki, ortalığın durulduğu gerekçesiyle geri çağrılmasına karşın henüz işinin bitmediğini ve oradaki insanların ona ve onun gibilere ihtiyacı olduğunu belirterek çağrıyı reddetmiş ve kalmıştı ama maalesef 5.6'lık 2. depremde, "deprem geçti, artık bir şey olmaz, gidin evlerinize oturun", "artık deprem açısından en güvenli yer Van" sözlerinin ardından gelen depremde, "döşemeleri kaldırsak bina sahibine masraf olacaktı, o yüzden dışarıdan baktık" denilerek kontrol edilen otelin enkazında hayatını kaybetti... Hem de ironik ama "ülkesinde bu şiddette deprem olsa, uykusundan uyanmayacağı bir depremde" hayatını kaybetti...


Dr. Atsushi Miyazaki, enkaz altındaki cansız bedeniyle hepimizi üzdü, hepimizi utandırdı. Binlerce kilometre öteden, belki de dilini bilmediği insanların yaşadığı bu topraklara gelerek yardım için çabaladı ama biz ona, enkaz altında can verdirerek teşekkür ettik! Kimse buna kader demesin, bu bir kader değil!!!

Depremin iki simgesi vardı: Yunus Geray ve Azra bebek. Artık Dr. Miyazaki de 3. sembolü oldu depremin ve ayrıca da Ertuğrul Fırkateyni Faciası ile başlayan Türk-Japon ilişkilerinin de sembollerinden birisi oldu...

Şehitlik, inancımıza göre kutsal bir kavram ama ben, insanlık için çalışan bu yüce doktorun da insanlık şehidi olduğunu düşünüyorum... Miyazaki'nin ailesine, sevenlerine ve Japon halkına baş sağlığı diliyorum... O yüce doktora da Tanrı'nın rahmetini diliyorum... Onun adının hastaneye, caddeye verilmesi ve anıtının / heykelinin dikilmesi önerisini de destekliyorum. En azından bu şekilde ona teşekkür edelim, kadir bilir olduğumuzu gösterelim...


Japon Halkı

Dr. Atsushi Miyazaki'den bahsetmişken Japon halkından bahsetmemek olmaz... Van'da 7.2'lik deprem olunca birçok Japon, Türkiye'nin Tokyo Büyükelçiliği'ndeki posta kutusunu paralar ve notlarla doldurmuşlar. Ancak bu yardımlar, bizdeki gibi isim vererek, reklam yaparak yani görgüsüzce değil asil bir şekilde, isimsiz olarak  (bazılarında en fazla yaş, cinsiyet, şehir var) ve adeta "para bırakıp kaçarak" yapılmış. Bir de bu yardımlar yani posta kutusuna para bırakma hep sabahın çok erken saatlerinde oluyormuş, ki bu yardımı kimse görmesin. Olay, yardımdan utanma ya da "biri görürse rezil olurum, dalga geçer" anlayışından dolayı değil, bizim kültürümüzde olan ama tam tersi davrandığımız "yardım gizli olur", "sağ elin verdiğini sol el görmeyecek" anlayışından... E, dedik ya adamlar bizim gibi değil, Japonlar cidden asil insanlar...

Düşünün, adamlar Mart'ta 9.0 şiddetinde büyük bir deprem yaşıyor, adeta kıyametin provasını yaşıyorlar ama daha henüz o faciayı atlatamamışken, yaralarını saramamışken depremi yaşayan Türkiye'ye yardım ediyorlar... Türkiye'nin Tokyo Büyükelçiliği Basın Müşaviri Sinan Kürün'ün belirttiğine göre yapılan yardımlar 100 binlerce doları geçmiş ve halen yardım yağıyor... Japonya, devlet olarak da Türkiye'ye Japonya Uluslararası İşbirliği Ajansı aracılığıyla 30 milyon Japon yeni (yaklaşık 400 bin ABD doları) ile çadır ve acil yardım malzemesi sağlamaya karar vermişti.


Atılan zarflardaki ve notlardaki mesajlardan bazıları:

"Ganbatte Türkiye (Başar Türkiye)" (5 yaşında bir çocuk)
"Depremden mağdur kalan insanlara, geçmiş olsun demek istiyorum. Mart'ta Japonya'da olan deprem sırasındaki yardımlarınıza bir Japon vatandaşı olarak teşekkür etmek isterim."
"Van depreminde hayatlarını kaybedenlerin yakınlarına en derin taziyelerimi iletir, depremden etkilenen herkese geçmiş olsun demek isterim. 11 Mart'ta yaşanan Japonya büyük felaketinde ülkenizden bir sürü yardım malzemesi ve bağış katkılarınızı almıştık. Teşekkür ederiz. Bu sefer ise ben size yardımcı olmak istedim." (Erkek, Fukuşima'da yaşıyor.)
"Öncelikle başsağlığı diliyorum. Aynı yılda aynı kıtanın iki farklı ucunda büyük felaketin olmasına çok üzgünüm. Mesleğim öğretmenlik (lisede dünya tarihi) olduğundan ülkenizin tarihi, Türk insanların cesaretini, Atatürk'ün büyüklüğünü de iyi biliyorum. En kısa zamanda mağdurların hayatının normal hale gelmesini diliyorum ve iki ülke arasındaki dostluğunun daha da gelişmesini diliyorum."
"Meiji döneminden itibaren sürdürülen iki ülke arasındaki dostluk ve İran-Irak Savaşı sırasında Tahran'daki Japonları kurtardığınız için, Vakayama eyaletinden biri olarak teşekkür etmek istiyorum. 2008 yılında ise Sayın Cumhurbaşkanınızın ziyaret etmesi de bizi çok sevindirmiştir. Geçmiş olsun."
"Van'da meydana gelen depremin çok büyük hasara yol açtığını öğrendim. Bir Japon vatandaşı olarak, oradaki kurtarma operasyonları ve durumun normal hale gelmesi için yardımcı olmak istedim."
"Miktar az ama deprem mağdurları için kullanılırsa sevinirim. Hasarın daha büyük olmamasını diliyorum."

Bir de son olarak, deprem ve yardımlarla ilgili bir şey belirteceğim. 7.2'lik depremden sonra Japonya'nın Ankara Büyükelçisi Kanal 24'teki bir programa katılmıştı. Söz dönmüş dolaşmış ve deprem sonrası yapılan yardımlara gelmişti. Hatırlayacağımız üzere Van'daki yardımlar sırasında izdihamlar olmuş, yağmalamalar ve hatta kavgalar olmuştu ancak Japonya'daki deprem sonrasında ise bunların tam tersi bir şekilde herkes düzenli bir şekilde sıraya girmiş, hiçbir sorun çıkmamıştı. Sunucu bunu sorduğunda Japon büyükelçisinin cevabı manidardır. Yorumsuz olarak aktarıyorum:

"Japonlar için sabır ve disiplin çok önemlidir. Japonya'da insanlara ilkokuldan itibaren bunların eğitimi verilir, sabır öğretilir, sabırlı olması, disiplinli olması öğretilir. Deprem sonrası yapılan yardımlar sırasında insanlar sıraya girmiş ve hiçbir taşkınlık olmamıştır çünkü Japonlar birbirine güvenir ve Japonlar bilir ki, sıranın en sonunda olsa bile, yapılan yardımdan kendisine de bir pay kalacak, kendisi de o yardımdan faydalanacaktır."

10 Kasım 2011 Perşembe

10 Kasım

"O büyük insan yalnız Türkiye için değil, bütün doğu milletleri için de en büyük önderdi."
Afgan Kralı Emanullah HAN

Bugün 10 Kasım, Atamızın 1938'teki ebediyete göçüşünün 73. yıldönümü. Bir hüzün günü... Atamız Mustafa Kemal Atatürk'ü, onun yaptıklarını, değerini anlatmaya sayfalar yetmez... Kendisini hiç görmedik, hatta vefatından birkaç 10 yıl sonra dünyaya geldik ama şu var ki onun ülkesinde yaşamaktan, böyle büyük bir insanı yetiştiren ulusun bir ferdi olmaktan hep gurur duydum... 


Eğer Atatürk'ü gerçekten çok seviyor ve gerçekten onun "izinde" isek, onu artık kuru laflarla anmaktan vazgeçmeli, onun vasiyetini yerine getirmek için çalışmalıyız. Artık "Atatürk olsaydı" laflarını bırakmalıyız, kendimize bakmalıyız. O, Tanrı'nın bu ulusa bir nimeti, bir hediyesi olarak, ömrünü ulusuna adayan bir insan olarak tarih sahnesinde yerini aldı, artık bedenen gelmeyecek. Gökten bir kurtarıcı beklermişçesine onu beklememeliyiz, onun yerine biz artık çabalamalıyız, ki zaten bir kurtarıcı beklemek bile onun vasiyetine, anlayışına aykırıdır... Artık bu ve her 10 Kasım’da, 29 Ekim’de, vs. ona bağlılık yolunda yeminler ederken, eserlerini koruyacağımız ifade ederken, gerçekten onun fikirlerini-eserlerini nasıl yaşatacağımızı, onun gibi bir insanın yetişememesinin nedenlerini düşünmeli ve yetiştirmenin yollarını aramalıyız.

"Benim üzüntüm iki türlüdür; önce böyle büyük bir adamın kaybından dolayı bütün dünya gibi üzgünüm. İkinci üzüntümse bu adamla tanışmak konusundaki şiddetli isteğimin gerçekleşmesine artık olanak kalmamış olmasıdır."
ABD Başkanı Franklen D. Roozwelt

Bugün bizim için hüzün günü, anma günü... Ama biliyorum ki birilerinin de kutlama günü, sevinç günü... Kimseye onu anlatacak değilim, ki zaten "o anlatacaklarım" da O'nun değerini bizden iyi biliyorlar!!! Yalnız şunu belirtmem gerek, Atatürk eğer diktatör idiyse, hangi diktatör ölmünün üzerinden 70 yıldan fazla bir süre geçtiği halde büyük bir minnet ve özlemle anılıyor?


ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...