23 Eylül 2011 Cuma

Badelemek Ne Demek?

Halk arasında kullanılan bir söz vardır: "Türkçe lastik gibidir, istediğin yere çekersin." Bu ne demek? Bunun anlamı, Türkçe'de istediğin her tür kelimeyi, cümleyi, sözü belaltına çekebilirsin, cinsel anlamda kullanabilirsin. Bu yüzdendir ki "dürtmek, tıklamak, vermek, almak, ciklemek, vs." gibi günlük hayatta kullanılan kelimeler aynı zamanda erotik veya cinsel anlama da gelmekte ya da o anlamda kullanılmakta... Öte yandan, normal kelimelerin yanında bir de "bafilemek, kevaşe, vs." gibi argo sözler ve küfürler de mevcut. Bu sözlere yeni bir söz de katıldı: "Badelemek".

Badelemek

Badelemek kelimesini, 2 gün önce Radikal'de Cüneyt Özdemir'in yazısında okudum ilk olarak. (Belki bazılarınız "Bu kelimeyi yeni mi duyuyorsun?" diye sorabilir.) Aslında bu kelimeyi (ve çıktığı yeri) daha önce de duymuştum, okumuştum ama dikkat etmemiştim, ancak iki gün önce okuduğum yazıdan sonra burada da bahsetmeyi uygun gördüm...

Badelemek kelimesi aslında Farsça içki anlamına gelen "bade" kökünden geliyor, ki bade kelimesi birçok şiirde, şarkıda geçer. Ancak "badelemek" kelimesinin anlamı "bade" kökünden çok farklı, anlamı argoda "saksafon" ya da "ağzına vermek" ile ifade edilen "oral seks yaptırmak".

"Badeleme"nin Çıkış Noktası

Badelemek ifadesinin çıktığı yer ya da bu kelimeyi kullanan kişi (ekşi sözlük tabiriyle patent sahibi) sahte bir şeyh. Olay da şu: Bursa'da sahte şeyh Uğur Korunmaz, kadın-erkek demeden müritleriyle Kırklar Dergahı dediği evinde cinsel ilişkiye girmiş, onları badelemiş. Müritlerini "cennet vaadiyle" badeleyen sahte şeyh kendisini "İlişkiye girmesem delirirlerdi.", "Pirim de beni badeledi, terfi ettim." diye savunmuş... Polisin tutukladığı ve 5'i kadın 17 kişinin şikayetçi olduğu sahte şeyhe, müritleri "nişanlı, eş, yenge, anne, kardeş" gibi bilumum "dost ve akrabalarını" sunmuş, pardon getirmiş...


Şimdi, buraya kadar normal. Aslında normal değil, aşırı derecede anormal ama Türkiye şartlarında ve Türkiye toplumunda, şıh-şeyh-hoca-tarikat-cemaat gibi şeylerle kafayı yemiş bir toplumda normal. Daha da anormal bir durum var bu "badeci" sahte şeyh ile ilgili: 20 Eylül günü görülen davada, badeci şeyhten şikayetçi olan 17 müritten 14'ü "şeyhin badelemesi sonrası dertlerine derman bulduklarını" söyleyerek şikayetlerinden vazgeçmiş...

Badeci Şeyh ve Dinci Toplum

Aslında bu badeci şeyhin olayı da, müritlerinin hareketleri de beni pek şaşırtmadı. Yukarıda da dediğim gibi eğer Türkiye gibi bir ülkede yaşıyorsanız ve kafayı din-şeyh-tarikat-hoca-cemaat ile bozmuş/yemiş bir toplumda bulunuyorsanız bunlar gayet normal geliyor...

Dinci topluma bakıyorum hiç ses yok bununla ilgili. Halbuki ilk başta onların buna karşı çıkması gerekmez miydi, "dini lekeliyor, din bu değil" demesi gerekmez miydi? Ancak Türkiye'de olduğumu hatırlayıp vazgeçiyorum bu sorulardan. Çünkü bizim dinci toplum karşı çıkmaz bunlara, aksine destekler. Ne de olsa aynı yoldalar, yok birbirlerinden farkları. Hepsi de yıllardır toplumu badeliyor, toplum ise uyutulmuş ve uyuşturulmuş biçimde bundan, bu tecavüzden zevk alıyor, sesini çıkartmıyor, müritler gibi "deva buldum" deyip daha da göklere çıkartıyor. Ancak buna karşılık "ne oluyor" dendiğinde, tepki gösterildiğinde, ses çıkartıldığında ise önce bu badelenen toplum sesini yükseltiyor, karşılık veriyor... Bu olaydaki tek fark ise bu şeyhin badeleme işini mecazdan gerçeğe dökmesi olmuş.


Utanmadan, sanki öncekiler dinsizmiş gibi "Türkiye'yi ilk defa Müslüman bir başbakan ve cumhurbaşkanı yönetiyor." diyenlerin (ancak burada kendileri için Ulu Manitu seviyesinde olan Adnan Menderes ve Turgut Özal'ı da aynı "dinsiz güruhun" içinde andıklarının ayırdında dahi olamayanların) foyası yakın zamanda Hüseyin Üzmez denen dinci gazeteci adamın 14 yaşındaki kızı taciziyle ortaya çıkmıştı. Ardından ise Deniz Feneri vurgunuyla perçinlenmişti. Bizim dinci toplumumuz ne yaptı? Başta dinci toplumun kadınları olmak üzere hepsi "Hüseyin Üzmez böyle bir şey yapmaz, içeceğine ilaç atılmıştır." diye savunmuştu. Çok Nuri Alço filmi seyredildiği anlaşılan bu toplumun kafasının basmadığı şey ise "ilaçlı kişi nasıl oluyor da taciz edebiliyor, o ilacı kim-nerede-nasıl attı, Hüzeyin Üzmez bu kadar saf mı, Hüzeyin Üzmez'in orada ne işi var" gibi soruları soramaması idi. Gerçi temeli soru sormak olan felsefeye dinsizlik diyen, soru sormaya/sorgulamaya günah, koşulsuz itaate sevap diyen bir toplumdan bunu beklemek zaten hayalüstü bir durum... Deniz Feneri davası ise ayrı bir komedi. "Din kardeşlerinin" dinî duygularını sömüren bir derneğe soruşturmayı Alman makamları başlattı. "Başka bir toplum ve başka bir dinden de olsa bu durum insan haklarına aykırıdır." dedi ve soruşturmayı başlattı, kökü Türkiye'de diyerek davayı Türkiye'ye taşıdı. Peki, bizim dinci toplum ve onun "müslüman hükümeti" ne yaptı? Mümkün olduğunca gözden kaçırmaya, saklamaya, üstünü örtmeye, süreci yavaşlatmaya ve hatta durdurmaya çalıştılar. Ardından tutuklamalar gelince de "yargısız infaz, hukuksuzluk, vb." ifadelerle yaygara kopardılar ve bunun sonucu da soruşturmayı yürüten 3 savcıyı görevden aldılar. (Hukukî olarak bunun anlamı cezalandırmadır. Davanın şu andaki durumuna gelmesi için yeni savcılar baştan başlayacak ve yıllar sürecek.)

Yukarıdaki paragrafta alıntıladığım sadece 2 olay. Bunlar ve bu yazının temelini oluşturan "badeleme" gibi yüzlerce olay var... Toplum ise adeta uyuşturulmuş, Hüseyin Üzmez misali "içeceğine ilaç atılmış" vaziyette. Kimsenin bir şikayeti yok, çok memnun, üstüne ise bir şey dendiğinde bu toplum saldırır vaziyette. "Kardeşim, sen tecavüzden ve badelenmeden zevk alıyorsan bana ne, ama beni bu işe bulaştırma!" diyeceğim, gene vazgeçiyorum çünkü bu durumda kendilerininki sanki dinmiş gibi, bu durumu eleştiren, buna karşı çıkan ve uyaran biz "dinsiz, Allahsız, kitapsız" ve hatta "katli vacip" durumunda oluyoruz. Yalan mı?

Neyse... Olaya geri dönecek olursak, "Yıl 2011 olmuş, bu tür şeyler hâlâ nasıl olabilir?" diye soranlar çıkabilir. Kardeşim, yıl değil 2011, 2111 de olsa değişen bir şey olmaz. Bu toplum değil mi dinin ve dindarlığın tek koşulu olarak türbanı gösteren, sanki Arapçasını okuyormuş ve anlıyormuş gibi Türkçe Kuran'a karşı çıkan ve "Türkçe Kuran okuyup da kafamın karışmasını istemiyorum." diyen, önünde Kuran durduğu hâlde okumayan, onu sandıklara hapseden, sonra da "ben hocama-şeyhime sorayım" ya da "Hocam bizim dinimizde bu nasıldır, Kuran'da var mı?" diyen, üstüne üstlük dalga geçercesine "İslam'ın ilk emri 'Oku'dur" diyen? Bu toplum değil mi, sanki bütün meselelerini halletmiş ve sanki kendileri dinlerini uyguluyormuş gibi "Hocam, kendilerine kitap gelmeyen toplumların durumu ne olacak?" diyen veya aldıkları 3 kuruşluk asgarî ücretle ayın ortasını bile göremediği hâlde ve oralara gitme ihtimali 0'ın altında olduğu hâlde "kutuplarda namaz ve oruç vakitlerinin nasıl olacağını" merak eden?

Bu toplum kalkıp "İslam'ın namusunu kurtaran", masraflarını cebinden karşılayarak Kuran'ı Türkçe'ye tercüme ettiren ve en ücra köye kadar gönderen, "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.", "Türkiye, şeyhler, dervişler, meczuplar ülkesi olamaz." diyen adamın ülkesini aldı "İslam=Türban", "Velev ki türban siyasi simge", "Hem laik hem Müslüman olunmaz.", "Devlet laik olur, birey laik olmaz." (o ne demekse!) diyen adamın ve zihniyetinin ülkesine çevirdi... Bu topluma, yazık diyorum ama acımıyorum. Aslında bu toplumda yaşamasam, memnun olduğu durum beni ilgilendirmez ama ister istemez ucu (artık ucu da değil köküyle birlikte tamamı) bana da (bize de) dokunuyor, artık dokunmakla da kalmayıp içeri giriyor...

Yıllar yılı TV'de, sinemada topluma sahte hocalar, sahte şeyler, gösterildi. (Kabul, bazısı kasıtlı ve kötü niyetli de olsa) Tükürükçü, üfürükçü, vb. sahtekar yobazlar, dinle ilgisi olmayan ve dini kullanarak insanları kullanan, kandıran ve cebini dolduran insanlar gösterildi. Peki, toplum ne yaptı? Uyandı mı? Ne gezer! Uyanmak yerine "Bunlar hocaları, imamları kötü gösteriyor, dini kötülüyor." dendi. El insaf! Peki, toplum doğrusunu bulabildi mi? Kocaman bir "hayır"... En büyük örneği de zaten badelenen ve bu badelenmeden "şifa bulan!" ve hatta üstüne anası, karısı, kız kardeşi dahil eş-dost ve akrabalarını şeyhe sunan insanlar değil mi!!!


Kendisine dokunmanın ibadet, onu üzmenin günah sayıldığı ve adeta son peygamber olarak görülen bir adamın ve zihniyetinin yönettiği, fakirliği kader, mücadele etmeyi asilik ve günah olarak gören, her şeyi ahirete havale eden, bilimsel uğraşıyı "öteki tarafa ne faydası var" diyerek dışlayan, bununla birlikte kendisi sanki gönül rahatlığıyla satın alabiliyor ve kullanabiliyormuş gibi "Küba'da Marlboro içmek, Mercedes'e binmek yasak" ya da sanki cebinde bir tomar varmış gibi "Küba'da dolar kullanmak yasak" diyerek Kübalıların dertlerine (!) üzülen insanların olduğu bir toplumda bu tür şeylerin olması artık abes kaçmıyor benim için... 

Badeci şeyh olayında veya benzer durumdaki başka olaylarda suçlu olan "halkın dinî duygularıyla oynayan ve onları kandıran" şeyhler-hocalar mı yoksa "aklını kullanmayarak başkasına ipotek ettiren, kendisini kullandırtan ve buna ses çıkartmayan, üstelik de zevk alan" toplum mu? Kusura bakmayın ama bence suçlu olan ikincisi...

Yazıyı, Cüneyt Özdemir'in dediği gibi "Böyle müritleri, böyle şeyh ne kadar badelese az!" diye mi, kullanmayacağını bile bile "Allah akıl-fikir versin!" diyerek mi yoksa "Allah belanızı versin!" diyerek mi (vermiş zaten) bitirsek???

3 yorum:

  1. cesaretle yazdıgınız için çok teşekkürler

    YanıtlaSil
  2. Asıl ben, değerli vakitlerinizi ayırıp okuduğunuz ve yorumladığınız için teşekkür ederim Yavuz Bey...

    Bu arada, zamanın ötesinden ek bilgi (ekşi sözlük gibi oldu :)): Yazıda bahsettiğim, Deniz Feneri davasına bakan ve görevden alınan 3 savcıya şimdi de soruşturma açılma talebi var!

    YanıtlaSil
  3. bazı insanların dini suiistimal etmesi "dini lekeliyor, din bu değil"olduğu gibi müslümanlık onlara mal edilmez

    YanıtlaSil

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...