24 Ağustos 2011 Çarşamba

Blogunuzun Ziyaretçi Trafiğini Nasıl Artırırsınız?

Geçenlerde e-posta kutuma Wordpress.com'dan, Scott Berkun imzalı iyi ve faydalı bir yazı geldi: How to Get More Traffic (Blogunuzun Ziyaretçi Trafiğini Nasıl Artırırsınız). Tabiî burada trafik derken ziyaretçi sayısını ve sıklığı kast ediliyor. Yani kısaca, blogunuzun/sitenizin ziyaretçi sayısını nasıl artırırsınız ve bu ziyaretçilerinizin daha sonraları da blogunuza/sitenize yeniden ve daha sık gelmesini nasıl sağlarsınız? 

(Bir süre önce keşfettiğim Blog Hocam başta olmak üzere) İnternette, blog âleminde bu ve buna benzer birçok yazı, tavsiye bulabilirsiniz ancak bunun, Blogger ile birlikte blog âleminin en önemli platformlarından olan Wordpress'ten gelmesi önemli... 

Kuşkusuz benim için de faydalı olan ve önemli tavsiyeler içeren Scott Berkun imzalı bu yazıyı, önemli noktalarıyla, Türkçe'ye çevirerek aşağıda yayınlıyorum...


Blogunuzun Ziyaretçi Trafiğini Nasıl Artırırsınız?

Bir blogger, ilk yazısını bloguna girdiğinde, hemen soracağı ilk soru şu olur: Ziyaretçilerim nerede?  Herkes kendisinin dikkate değer olduğunu varsayar, ki aslında herkes öyledir. İzleyicileri edinmek süre ister ve kimse hiçbir çaba harcamadan ziyaretçi trafiğine erişemez.

1- Hakkımda Sayfası Oluşturun: Sitenizin ziyaretçilerinin merak ettiği ve bakacağı ilk şeylerden biri sizin kim olduğunuzdur. Eğer, kısa da olsa bir bilgi içeren hakkımda sayfasını ihmal eder ve genel ve klasik bir sayfa bırakırsanız, ziyaretçileriniz kaybolacaktır. Ancak, kısaca (iki paragraf fazla gelir) kendinizden ve blogunuzun içeriğinden bahsederseniz, ziyaretçileriniz yine gelecektir. 

2- Duyuru Yapın: Blogunuza yazdığınız yazıların, aynı anda otomatik olarak Twitter, Facebook, LinkedIn gibi hesaplarınızda paylaşılması için ayarlarınızı yapın. Böylece, her yazıda ziyaretçi sayınızı artırırsınız. 

3- Paylaşım Yapılmasını Sağlayın: Paylaşım butonları ile ya da birkaç tıklama vasıtasıyla, blogunuza gelen ziyaretçilerinizin, blogunuzdaki yazılarınızı sosyal ağlarında, bloglarında ya da doğrudan e-posta ile paylaşmalarını sağlayın. 

4- Okuyucularınızın E-posta ile Abone Olmasını Sağlayın: Bazen e-postanın önemli bir trafik kaynağı olduğu unutulur. Eğer blogunuza abonelik formu eklerseniz, insanlar blogunuzdaki yeni yazılardan, e-posta aracılığıyla otomatik olarak haberdar olmayı tercih edebilir. Bu yöntem ile ziyaretçilerinizi (hem siz hem de ziyaretçileriniz) herhangi bir ekstra çaba harcamadan blogunuzda tutabilirsiniz. 


5- Düzenli Olarak Yazın: Blogunuz için bir takvim oluşturun. Bu takvime göre yazı yazma sıklığınızı (günde bir, haftada bir, 15 günde bir, vs.) ayarlayın ve ona göre yazın. Yazı yazma sıklığınızı hakkımda sayfasında belirtin ve ayrıca bunun için kişisel takviminize de hatırlatıcı koyun. Sizden düzenli olarak yazmanızı bekleyen ve bir sonraki yazınızda ne yazacağınızı merak eden insanlar blogunuza yeniden gelecektir. 

6- İyi Bir Şekilde Yazın: Kuşkusuz güzel yazılar daha çok ziyaretçi trafiği çekecektir. Eğer her yazınız sıkıcı ise veya kötü şekillerde yazılıyorsa, her gün yazı yazmanızın hiçbir anlamı yok.  İlginç fikirler geliştirmek ve yazıları anlaşılır, özlü ve hatasız konuma getirmek zaman alacaktır. Eğer insanlar sizin dikkatsiz ve önemsemeyen bir yazar olduğunuzu görürse, blogunuza bir daha gelmeyeceklerdir. Gördükleri içerik, geri gelmeyi seçmede onlar için yeterli değilse, daha fazla ziyaretçi trafiğinin ne anlamı var? 

7- Güzel Başlıklar Seçin: Blog yazılarının başlıkları gazete başlıklarına benzer. İnsanların, yazının içeriğinde ne olduğunu merak etmeleri ve okumaları için başlıklar kısa ve ilginç olmalı. Yazıya iyi bir başlık seçmek biraz düşünme ve vakit ister ancak buna değer. Paylaşıldığında, Facebook'ta ve Twitter'da herkesin göreceği şey yazınızın başlığı ve bağlantısı olacaktır.


8- Diğer Bloglara Link (Bağlantı) Verin: Siz başka bir bloga link verdiğinizde, onlar (pingback ya da backlink vasıtasıyla) kendilerinden bahsedildiğinden haberdar olurlar. Bu hareket, onların blogunuzu ziyaret etmesini sağlayacak ve eğer blogunuzu beğenirlerse, yazılarında sizden bahsedeceklerdir. Ancak bunu idareli yapın çünkü çok fazla sayıda link spam olarak algılanır. Eğer başka bir blogtan beğendiğiniz bir yazı olursa, yazıdan bir paragrafı blogunuzda yayınlayın ve okurlarınızın, yazının geri kalan tamamını okumaları için yazının olduğu blog sayfasına link verin.

9- Benzer Bloglara Yorum Bırakın: Diğer (özellikle sizin blogunuzun konusuna benzer) bloglara bıraktığınız her yorum, sizin nasıl düşündüğünüzü ve yazdığınızı gösterir. İnsanlar, güzel bir yorum okuduklarında, sizin adınızı ve blogunuzun linkini göreceklerdir ve bu da o kişilerin, sizin daha başka neler dediğinizi/yazdığınızı merak etmesine yol açarak, blogunuzu ziyaret etmelerine yol açacaktır. Size benzer konularda yazan güzel blogları listeleyin, okuyun ve zaman zaman (yorumlarınızla ya da ek bilgilerle) katkıda bulunun.

10- Bırakılan Her Yoruma Cevap Verin: İnsanların blogunuza yorum bırakması, onların bunun için zaman harcaması/ayırması demektir. Blogunuza yorum bırakanları, yorumlarını dikkate alarak, yorumlarına cevap yazarak ve geri bildirimlerini göz önünde bulundurarak ödüllendirin. Bu, onların blogunuzu yeniden ziyaret etmesini sağlayacaktır.

11- İstekte/Ricada Bulunun: Okuyucularınızdan (ya da arkadaşlarınızdan) blogunuzda yazmak üzere konu belirtmeleri için ricada/istekte bulunun. Bunun için Facebook, Twitter, vb. ortamları da kullanabilirsiniz. Ardından, onların isteklerini yazdığınız hususunda bildirimde bulunun. Bu yolla, en az garantili bir okuyucu edineceğinizden emin olabilirsiniz.

12- (Gerekirse) Ödeme Yapın: Blogunuzun reklamını yapmak ve daha çok kişiye ulaşmak istiyorsanız, reklam, vb. mecralara yatırım yapın. Eğer çok güzel ve faydalı bir yazı yazdığınızı düşünüyor ve gerçekten, bunun daha çok kişiye ulaşmasını, ziyaretçilerden geri bildirim almayı istiyorsanız, bu iyi bir yöntem olabilir.


Bazen daha yoğun ziyaretçi trafiği planları işitirsiniz, ancak böyle şeyler pek inanılır değil. Öyle çok sihirli ya da gizli formüller yok...

Yukarıda belirtilen tavsiyeler, iyi bir şekilde kullanıldığında, blogunuzun ziyaretçi sayısını ve trafiğini artırmak için faydalı olacaktır.

21 Ağustos 2011 Pazar

Blog Yazılarınıza İmzanızı Eklemek İster misiniz?

Dün, blog ve bloggerlık konusunda önemli ve faydalı bir blog olan "Blog Hocam"da gezinirken bir yazı dikkatimi çekti. Şöyle diyordu: "Blog Yazılarınıza İmza Ekleyin". Yazıyı okuyunca, hemen ben de bu uygulamayı yapıp yazılarıma imzamı eklemek istedim. Bunun iki sebebi vardı: 
 
  1. Yazılara imzamı ekleyerek farklı bir uygulama ile dikkat çekmek.
  2. Yazılarımın bana ait olduğunu göstermek. (Çünkü bu yazıdan önceki yazı olan "Somali'ye Yardım Somali'den Geçinmeye Dönmesin!!!" başlıklı yazımı Facebook'ta paylaşınca, ilgili yazıda kendisinden de bahsedilen Yazar Murat Yatağanbaba, yorumunu bırakırken, yazının başında yer alan şiirin şair olan Ercümend Behzad Lav'ı kast ederek, "Bu yazı senin mi yoksa Ercümend Behzad Lav'ın mı?" diye sordu. İşte o an, yazılarımın bana ait olduğunu not düşmem gerektiğini anladım. Bu imza uygulaması ile, biraz şekilli de olsa not düşüyorum artık.)

İmza uygulamasına geri dönecek olursak... Eğer blogunuzdaki yazılarınıza imzanızı eklemek istiyorsanız, şu adımları takip etmelisiniz:

  1. İlk önce, imzamızı oluşturmak için My Live Signature sitesine giriyoruz. Anasayfadaki "Click Here to Start"a tıkladıktan sonra imza sihirbazını kullanıyoruz. (Sitenin anasayfasına filan girmeden doğrudan imza sihirbazına da gidebiliriz.)
  2. Bu aşama, imzayı oluşturma aşaması. Sırasıyla, önce adımızı (sadece ad, ad-soyad, takma ad, kısaca imzada ne kullanmak istiyorsak onu) yazıyoruz, ardından önümüze çıkan 120 fonttan birini, 10 boyuttan birini, imza ve arka fon renklerini, en son da 10 eğimden birini seçiyoruz. (Ben 29. fontu, 6. boyutu, 5. eğimi ve beyaz fon üzerine siyah imzayı seçtim.)
  3. İmza oluşturuldu. Şimdi, çıkan sayfada 3 bağlantı var. Bunlardan, imzamızı kullanmak için "Want to use this signature?"a tıklıyoruz.
  4. Açılan pencerede ise 2 seçenek bulunuyor. Burada "Generate HTML Code" diyoruz.
  5. Açılan sayfada var olan 2 seçenekten, üstteki "Generate a code for my handwritten signature"a tıklıyoruz.

İmzamız hazırlandı, kodumuz verildi. O kodu bir yere kopyalamamızda, kaydetmemizde fayda var... Şimdi bu imzayı (kodu) blogumuza yerleştirelim:
  1. Blogumuzun kumanda panelinden Tasarım > HTML'yi düzenle...
  2. "Widget Şablonlarını Genişlet"i seçiyoruz.
  3. Ctrl + F ile <data:post.body/> kodunu buluyoruz.
  4. Bulunan bu kodun altına da siteden aldığımız imza kodunu ekliyoruz.
  5. Şablonu Kaydet diyerek değişikliği kaydediyoruz...

İmzayı bloga ekledik... Güle güle kullanın...

Bu arada, eğer imzamız, sayfamızdaki gadgetlar ile yan yana gelirse, siteden alıp eklediğimiz kodun altına (5. aşamaya geçmeden)

<br>
</br>

kodlarını eklersek soru çözülüyor...

İmzanın nasıl durduğunu görmek istiyorsanız yazının sonundaki imzaya bakabilirsiniz...

Bu uygulama için blogunda verdiği bilgilerden dolayı "Blog Hocam"a teşekkür ediyorum...

19 Ağustos 2011 Cuma

Somali'ye Yardım Somali'den Geçinmeye Dönmesin!!!

İNCİL VE TOPRAK
 
Siz BEYAZLAR doğduğunuzda
Bir İnciliniz vardı yalnız
Bizimse toprağımız
Şimdi bizim İncilimiz var
Sizinse toprağınız

Ercüment Behzad LAV

Kuşkusuz bu Ramazan'ın en önemli, en ses getiren olayı, daha doğrusu Ramazan'ın ruhuna en uygun olayı Somali'ye yardım meselesi. Malum, Afrika'nın Somali ülkesi açlık, kuraklık, sefalet ve hastalıkla boğuşuyor, daha doğrusu boğuşamıyor bile desek daha doğru olur...

Ekranlarda izliyoruz (açıkçası dayanamadığım için izleyemiyorum desem daha doğru olur), Somali'de insanlar o hâle gelmiş ki bir deri bir kemik kalmış, hatta sadece iskelet olarak kalmış, derisi de iskelete yapışmış desek daha doğru olur... Yazının sonraki safhalarına geçmeden önce UNICEF Türkiye Milli Komitesi'nin (unicefturk) sayfasından ülkedeki durumu aktaralım:
"SOMALİ'DE ÇOCUK AÇLIĞI RESMEN AÇIKLANDI. Güney Somali'de her gün 250'den fazla çocuk hayatını kaybetmektedir.

Birleşmiş Milletler Somali'nin güneyinde birçok bölgeyi resmen kıtlık ve açlık bölgesi ilan etmiştir. Sadece Somali'de her 6 dakikada bir, bir çocuk açlıktan hayatını kaybetmektedir. Somali, Etiyopya ve Kenya'da çocuklar feci bir kuraklık kriziyle karşı karşıyadır. Uzayıp giden, bitmek bilmeyen bir kuraklık, gıdasızlık ve çatışmalar..."


Somali ve Türkiye

Türkiye, doğru ve insanî bir adımla Somali'ye elini uzatıyor, yardım ediyor... Konu aslında ilk olarak Diyanet İşleri Başkanlığı'nın "Her Evden Bir Fitre Bir İftar Afrika'ya..." adıyla kampanya başlatmasıyla gündeme geldi ya da kamuoyunun haberi oldu. Bu kampanyasıyla Diyanet, belki de yıllardır ilk defa düzgün, adam gibi, Ramazan'ın ruhuna yakışır bir iş yapıyor. Kendilerini kutluyorum... Diyanet'in yanı sıra Kızılay da, "Afrika Açlık Çekiyor" sloganıyla işin yardım kısmını yürütüyor. Kızılay'ın yanı sıra başta Kimse Yok mu Derneği ("İnsanlık Öldü mü?" sloganıyla) olmak üzere birçok dernek, sivil toplum kuruluşu da işin yardım kısmını yürütüyor... Başta ilgili kurumlar olmak üzere tüm devlet kurumlarını, dernekleri kutluyorum. Her ne kadar kendilerinin muhalifi olsam da ve kendilerini pek sevmesem de bu işi yürüttüğü, organize ettiği, bu işe önem verdiği için hükümeti de tebrik ediyorum...

Birçok yerde görmüşsünüzdür ama ben gene de buraya not düşeyim. Yardımları şu şekilde yapabilirsiniz:

  • afrika yaz (ya da boş mesaj da gönderebilirsiniz) 2868'e gönder - (kızılay - 5 TL bağış)
  • aclik yaz 5777'e gönder (kimse yok mu derneği - 5 TL bağış)
  • afrika yaz 3005'e gönder (unicefturk - 10 TL bağış)
  • afrika yaz 5601'e gönder (diyanet işl. bşk. - 5 TL bağış)

Bunun dışında banka hesap numaralarına eft/havale göndererek, siteler üzerinden kredi kartıyla ya da gıda yoluyla bağış yapabilirsiniz. Bunun için unicefturk, Kızılay ya da Kimse Yok mu Derneği'nin ilgili sayfalarına bakabilirsiniz... 

Somali Neden Bu Hâlde?

Özelde Somali, genelde ise Afrika kıtası neden bu hâlde diye sorabiliriz. Ancak iş cevap vermeye gelince bunun öyle basit ya da burada iki cümleye geçiştirilecek bir cevabı yok... Burada Batı'yı eleştirebiliriz, BM'yi eleştirebiliriz, "orayı sömürüyorlar" diyebiliriz, ki bunların hiçbirisi yalan değil. Hatta sadece onlar değil, Afrika'nın kendisi, Afrika burjuvası, Afrikalı aşiretler/kabileler de Afrika'yı sömürüyor diyebiliriz. Kısaca, ortada büyük bir Afrika pastası var, bir avuç insan/zümre bundan nemalanıyor, bundan geçiniyor. Ne zaman ki bu pasta, bu rant biter, o zaman Afrika'nın, Afrikalıların çilesi biter, ki bu da biraz imkansız görünüyor.

Somali'ye dönecek olursak, Somali'de bir düzen, bir devlet yok. Resmî olarak var ama göstermelik. Ülke korsanlar, aşiretler, burjuvazi arasında paylaşılıyor, aynen Afrika'nın diğer ülkelerinde olduğu gibi. Yardımlar konusunda ise Somali'de durum o hâlde ki, Somali'ye giden yardımlar, kamplardan zorla alınarak ya da çalınarak marketlerde para karşılığı satılıyor. Sözcü Gazetesi yazarı Emin Çölaşan, 13 Ağustos 2011'deki yazısında Somali'nin durumunu şöyle ifade ediyor:  

"Afrika’nın fakir bir ülkesi. Orada kimin eli kimin cebinde belli değil. Ortalıkta devlet yok ama göstermelik bir hükümet var. Ülkede çeteler, gemi korsanları egemen." (Yazının tamamını İlk Kurşun'dan okuyabilirsiniz.)


Hürriyet Gazetesi yazarı Yalçın Doğan ise 17 Ağustos 2011'deki yazısında Somali'deki durumu şöyle ifade ediyor: 

"TAMAM, 1950’dan bu yana Somali’de yaşanan en büyük kuraklık. Yarım yüz yıldır Somali’de yaşanan en büyük açlık. Tamam, öyle bir açlık ki, insanlar sadece deri ve kemikten ibaret hale geliyor. 1.5 milyon insan ölümle pençeleşiyor. Tamam, ölülerini bile gömmeye güçleri yetmiyor. Bunlar dünyayı ve bizi o insanlara yardım etmeye çoktan yeten insanlık dramı. Ama, bu ölçüde olmasa bile, Afrika’daki açlık ve kuraklık ilk değil. Bu ölçüde olmasa bile, Somali, Etiyopya, Kenya, Eritre benzer açlık, hastalık ve sefaletle boğuşuyor. Birleşmiş Milletler’in, Dünya Bankası’nın, çeşitli uluslararası kurumların yıllık raporları yirmi yıldır buralardaki açlık ve sefalete geniş yer veriyor, yardım çağrılarında bulunuyor...

O yıllık raporlar ve oraya gidenler aynı gerçeği sık sık vurguluyor: "Yardımlar yerine ulaşmıyor, büyük yolsuzluk var.” Yolsuzluk denizde ve karada korsanlarla, çeşitli kabilelerin işi. Yardımlar adı teröre karışan örgütlerin kasası gibi. Çeşitli etnik gruplar, çeşitli kabileler ve bir de korsanlar var. Dünya ticaretine göz açtırmayan korsanlar bir ara başta Amerika, gelişmiş ülkelerin korkulu rüyasına dönüşüyor. Doğu Afrika kıyıları onlardan soruluyor."

Somali'nin durumuyla ilgili en net bilgiyi ve yorumu 13 Ağustos 2011'de Hürriyet Gazetesi yazarı Cengiz Semercioğlu yazdı. Semercioğlu, özelde medyayı ve haber kanallarını eleştirdiği yazısında Somali ile ilgili çok önemi bilgiler verdi., Somali'nin bu hâle gelmesinde savaş ağalarının, zengin burjuvazinin, aşiretlerin/kabilelerin yanı sıra Somali'deki bazı mezheplerin de sebep olduğunu belirtiyor.

"Somali'de açlık var, çocuklar ölüyor... Tamam...
El Kaide destekli El Şebab örgütü uluslararası yardımları engelliyor... Peki...
İyi de neden?
Bu sorunun yanıtı Türk medyasında yok.
Anlatılan bütün bilgiler yüzeysel, yıllardır süren açlığa derinlemesine bakan birileri çıkmıyor.
Mesela, “2 bin 680 kilometre kıyı şeridi olan bir ülkede nasıl bu boyutta açlık olur” sorusunun yanıtını merak eden bile yok.
Ülkenin kuzeyi Aden Körfezi, doğusu Hint Okyanusu...
Türkiye'nin 3'te 1'i kadar sahili var Somali'nin.
Denizi ton balığı kaynıyor ama açlıktan çocuklar ölüyor.

Neden gidip balık tutmaz bu insanlar?
Birincisi, sahil şeridinde yeterli sayıda doğal limanları yok.
İkincisi ve daha önemlisi, Somali'de bazı mezheplerde balık yemek günah!
Balık dışındaki midye, karides gibi deniz ürünlerine zaten ellerini sürmüyorlar.
O kadar ki, şöyle bir söz bile vardır Somalili göçmenler arasında; “Balık kokan ağzınla benimle konuşma!”
Alay etmek, karşısındakini aşağılamak için kullanılır.
Bunları bize anlatan bir haber kanalı var mı?
Bir ülkenin hiç de kısa sayılmayacak kadar deniz kıyısına sahip olup açlık çekmesi tezatını bile merak etmiyorlar.
Bununla bile ilgilenmeyen haberciler Somali'de 1991'den bu yana hükümet kurulamamasıyla...
Ülkenin kuzeyinde Somaliland diye özerk bölge olduğuyla...
Ülkedeki savaş ağalarıyla...
Neden ilgilensinler ki?"

Her yeri saran, her yerde var olan din/mezhep baronları da burayı etkisi altına almış. Hatta öyle ki bu mezhepçilik dinin önüne geçmiş. Dinde balık yasağı yokken ve domuz yeme yasağı varken, hatta o bile çok mecbur kalındığı anlarda, ölümcül anlarda bile serbestken, Somali'deki mezhepler insanlara balığı, deniz ürünlerini yasaklıyorlar. Hem de öyle katı yasak ki insanlara deniz ürünleri yedirmiyor, göz göre göre ölüme terk ediyorlar. Bununla birlikte, bunu ticarete dökmelerine de, balıkçılık yapmalarına da engel olarak maddî olarak gelişmelerine de engel oluyor... Yazar Murat Yatağanbaba da, internet üzerinden yayınladığı "Beyyine Arayışları" programının "Somali Mezhepleri'nin Allah belâsını versin!" başlıklı 78. bölümünde bu konuyu gündemine taşıyarak Diyanet'i göreve çağırıyor. Diyanet'in Somali'de "Müslüman misyonerliği" yapmasını söyleyerek, Diyanet'in, oradaki insanlara, balığın yenebileceğini, dinen bunu yemenin günah olmadığını ve denizden faydalanmalarını anlatması gerektiğini vurguluyor.

Somali'ye Yardım İyi Ama...

Şu anda dünya ülkeleri içerinde Somali'nin bu durumuna eğilen, onlara yardım eden Türkiye var, daha doğrusu en büyük önemi Türkiye veriyor... Dediğim gibi Somali'ye yardım iyi, güzel ama... İşte bu yardımın bir "ama"sı var...

Öncelikle Somali'ye gönderilen ya da götürülen yardımların ihtiyaç sahiplerine iletilmesi çok önemli. Bunun dışında, o yardımların, oradaki korsanların, çetelerin ellerine geçmemesi gerekmektedir. Bu konuda çok dikkat edilmelidir. Aksi durumda yardımın bir sebebi, bir anlamı kalmaz...

Şimdi bu "ama"nın asıl meselesine gelelim... Herkes gibi benim çekincem de, korkum da bu işin ranta dönüştürülmesi, bu işten çıkar sağlanmaya çalışılması, Somali'ye yardım konusunun Somali'den geçinmeye dönmesi. İşte bu yüzden yazının başlığını "Somali'ye Yardım Somali'den Geçinmeye Dönmesin" koydum... "Hiç böyle şey olur mu?" demeyin. Olur, bal gibi de olur. Çünkü bu ve bu tür konularda hükümetin, AKP'nin ve yandaşlarının karnesi zayıf, güven vermiyor. Belki de bu yüzden, sayısı azımsanmayacak derecede insan, "nasıl olsa onlar nemalanacak" diye düşündüğü için bu yardım kampanyasına katılmıyor. Çünkü ilgili güruhun geçmişi sabıkalı, çünkü geçmişte bu tür şeyler oldu ve halen de oluyor. Ortada Deniz Feneri rezaleti gibi bir örnek dururken, insanlar bundan çekinecektir ve onları bu konuda suçlayamazsınız... Eğer "olmaz" deniyorsa ve bu yardım işinde olanlar gerçekten samimilerse çok dikkatli olmalılar. Çünkü ortada Deniz Feneri gibi bir rezalet duruyor ve benzer bir durumda kimseyi ikna edemezler...

Kuşkusuz bu yardım işinin siyasî ve maddî rantı olacaktır. Elde edilen parasal yardımlar ile alınacak gıda, vb. yardım malzemeleri yandaş kişilerden alınacak, böylece maddî rant elde edilecektir. Bununla birlikte, Kimse Yok Mu Derneği başta olmak üzere Fethullahçı ve İslamcı dernekler, kuruluşlar, vs. kendi reklamlarını yapacak ve Deniz Feneri'nin yarattığı olumsuz durumu temizlemeye çalışılacaklardır... Maddî rantın diğer boyutu ise makbuzsuz bağışlar. Tamam, banka, kredi kartı yoluyla ya da telefonla yapılan bağış resmî olarak belgelenmekte, ancak yardımlar ya da bağışlar sadece bu yollarla toplanmıyor. Çeşitli ortamlarda çeşitli gruplar tarafından elden de bağışlar, yardımlar toplanıyor. İşte burada çok dikkat edilmesi gerekiyor ve bu bağışların kayda geçirilmesi için belge ya da makbuz alınmalıdır çünkü aksi durumda bağışlar resmiyete geçmiyor, ortada resmî olarak belgelerde, kayıtlarda gözükmeyen yani kayıtdışı bir para söz konusu oluyor. Böyle bir durumda, o paraların yardım için mi yoksa şahsî işler için mi kullanılacağı bilinemez, yani Somali'ye yardım derken, birilerinin cebine yardıma dönüşebilir.


İşin siyasî boyutuna gelirsek, bu durum siyaseten de kullanılacaktır, ki kullanılmaya da başlandı. Başbakanın Somali'ye gerçekleştireceği ziyaret büyük bir ilgiye ve övgüye mazhar olurken, Kemal Kılıçdaroğlu'nun Ramazan Bayramı'nda Somali'ye gideceğini açıklaması ise tam tersine gülüşmelere, alaylara ve hatta hakaretlere varan tepkilerle karşılandı. Bu durum bile bunun siyasî rant olarak kullanıldığını, malum çevrelerin bunun rantını kimseye kaptırmak istemediğini göstermektedir... (Bu arada bugün -19 Ağustos 2011- itibariyle Başbakan Erdoğan, içinde bazı bakanlar, işadamları ve sanatçıların da olduğu ekiple birlikte Somali'ye gitti.)

İşin maddî ve siyasî kısmıyla ilgili olarak en sert yazıyı kaleme alan Emin Çölaşan, şu eleştirileri kaleme alırken haksız değil açıkçası:  

"Bütün Türkiye Somali afişleriyle dolu. Herkes yardım etmeye çağrılıyor. Şimdi benim vatandaşım, içinden gelirse Somali’ye yardım edip Tayyip’in kampanyasına destek verecek!.. Hayırlı uğurlu olsun, Allah günahlarını affetsin! Ancak o paraların nereye gittiğini, kimlere verileceğini, Somali çetelerine mi ulaşacağını hiç bilmeden bastıracak paracıkları! Dahası, o Afrika ülkesine gönderilecek yardım malzemeleri acaba kimlerden, hangi yandaşlardan satın alınacak? Yardım bahanesiyle, yandaş işadamlarına bir kez daha köşe döndürülecek mi? Bu soruların yanıtını hiç kimse bilmeyecek. Bilinen bir tek şey var ki, Tayyip onu zaten açıkladı: "Yardım Somali’ye ulaşınca ben ve karım da oraya gideceğiz!" Yanına ekibini alacak, Somali gezisine çıkacak ve orada, o ülkenin ortamında kameraların önüne geçip bir kez daha şov yapacak, siyasi atraksiyon yapacak...Tayyip ve ekibi, Ramazan ayında Türkiye’de sergiledikleri oyunun bir benzerini orada sergileyecekler. Burada Ramazan gelince önce medyaya haber verip birkaç gecekonduya göstermelik iftara gidiyor ya!.. Somali’de aynı oyun bu kez kara derili gariban Afrikalılar önünde oynanacak. Önceden seçilen yerlerde ve önceden seçilen zavallılar önünde çekimler yapılacak. Tayyip nutuklar atacak, Türkiye’nin “Lider ülke” olduğunu bir kez daha vurgulayacak. O bunları yaparken, çevresinde çok sayıda Türk gazeteci de olacak. Ama hiçbiri kendisine “Sayın başbakan, Türkiye’de de açlık ve sefalet çeken, işsiz dolaşan milyonlarca insan var. Acaba onlar için de bir kampanya düzenlemeyi düşünür müsünüz” diye soramayacak...


...bu paraları insanlık adına değil, siyaset adına topluyorlar. Ramazan sömürüsünün yurtdışı boyutu olarak kullanıyorlar. Diyelim ki yardımı iyi niyetle yapacaklar. O halde Tayyip’in, karısının ve ekibinin Somali’de ne işi var? Gönderirsin yardımları ve işi bitirirsin."

Bu Somali'ye yardım konusu tuhaf şekiller almaya başladı. Şu anda dünyanın en zengin başbakanları arasında yer alan, kendi zengin burjuvasını yaratan, varlığını sömürü ve rant düzeni üzerine kuran ve sırtını Amerikan emperyalizmine dayayan başbakanımız başta işadamları olmak üzere herkesi Somali'ye yardıma çağırıyor. 17 Ağustos'ta, 40 ülkenin katılımıyla İstanbul'da yapılan "Somali Hakkında İslam İşbirliği Teşkilatı İcra Komitesi Toplantısı"nda "gökdelenlerinizle övüneceğinize Somali'ye yardım edin" diyor. Başbakan buna ek olarak, Türkiye'nin çocukları harçlıklarını gönderirken zenginlerin elini cebine atmamasını eleştiriyor. Yukarıda bahsettiğim özelliklere sahip bir başbakanın böyle bir konuşmayı yapması ironik bir durum. Ha, bu konuşmasında başbakan haksız mı? Değil elbette, sonuna kadar haklı. Ancak başbakan da gayet iyi bilmektedir ki, o bahsettiği, eleştirdiği zengin kesimin mevcudiyeti ceplerindeki paraya bağlı. Onlar ceplerindeki para oranında değere sahipler, onların dini, imanı, Allah'ı, kitabı, milliyetleri, kısaca her şeyleri o ceplerindeki para, sahip oldukları gökdelenlerdir. O yüzdendir ki halkımız (küçük çocuklar, öğrenciler bile) yardım için elinden geleni, hem de karşılıksız yapmaya çalışırken, zengin kesim cebinde akrep varmışçasına, eğer bir karşılık alamayacaksa elini cebini atmakta isteksiz davranıyor. Zaten bu durumdan dolayı da 5 cümle öncesinde, başbakanın sergilediği tavır için "ironik" kelimesi kullandım. (İlginçtir, başbakanın bu konuşması, bana 12 Eylül 2010 referandumu öncesinde gözyaşı dökerek, Ahmet Kaya'nın Şafak Türküsü'ndeki şiiri okuyarak, 12 Eylül 1980 döneminde cezaevlerinden yazılan mektupları okuyarak yaptığı konuşmayı hatırlattı. O zaman da böyle bir konuşma olmuştu ama referandum sonucu ve sonrası ise hepimizin malumu...)



Bu yardım işinin tuhaflığının bir başka boyutu da var. Şu anda bu yardım işi bir rant ya da en azından hükümete yaranma çabalarına girmiş durumda. Somali'ye gitmeden önce Ajda Pekkan'la ilgili olarak çıkan haber de bunun göstergesi mahiyetinde. Bunun dışında, başta işadamları olmak üzere hükümete yakın olan, olmaya çalışan, hükümet tarafından beslenen, kısaca Emin Çölaşan'ın da ifade ettiği gibi "adeta hükümet tarafından yaratılan, varlıkları ve servetleri ona bağlı olan" işadamı, müteahhit, sporcu, sanatçı, vb. kesimler bu yardım işine önem vermekte, Somali'ye yardım etmekte. Yine Emin Çölaşan'ın dediği gibi "sıkıyorsa etmesin!".. Onlar yardım ediyor etmesine ama bu yardımlar, içten gelen yardımlar mı yoksa göstermelik ve mecburi yardımlar mı? Durum onu gösteriyor ki cevap ikinci şık. Bunu, 11 Ağustos 2011 Perşembe günü Samanyolu Haber TV'de yayınlanan "İnsanlık Ölmedi" isimli Somali'ye yardım programı göstermiştir. O programda, yardımlar toplanırken ne hikmetse iş dünyasından bir destek gelmezken, yine her ne hikmetse başbakanın telefonla yayına bağlanmasından sonra iş dünyası konuya ilgi gösterdi. Tabiî bu bağışların en önemli sebebi, hükümete biatlarını bildirmek ve ayrıca kendi reklamlarını yapmak... Bu ilgi, bağış konusunda özellikle 2 bağış dikkatimi çekti. İlk bağış, TV'lerin dâhi çocuğu olarak adlandırılan Acun Ilıcalı'nın bağışı. Her programı büyük ilgi gören ve milyon dolarlar kazanan Acun Ilıcalı, Somali konusunda ancak 50.000 dolarlık bir bağış yapıyor, ki bu para, onun servetinin yanında amiyane tabirle "çerez parası" olarak kalıyor. Diğer bir bağış da, hükümetin gayrıresmî müteahhidi olan, "zamanında inşaatları deniz kumundan yapardık" açıklamasının sahibi olan, şu anda garajında milyon dolarlık arabalar bulunan ve arabalarının değeri 10 milyon TL'yi bulan, zenginliğiyle övünen ve hatta bir canlı yayında cebindeki paraları çıkarıp gösteren ve sayan Ali Ağaoğlu'nun bağışı. Yaklaşık 2 milyar dolarlık servetin sahibi olan Ağaoğlu ancak 250.000 dolarlık bağış yapıyor, ki garajındaki en dandik araba bile ancak bu parayı ediyor... Ha, bu durumda "yardım etmesinler mi" diye sorabilirsiniz. Etsinler tabiî etmesine ama böyle insanlarla dalga geçercesine, sembolik şekilde değil...

Hükümetin ve ona yakın çevrelerin, bu Somali'ye yardım işindeki acelesi, aşırı gayreti ve tuhaflığı, insanın aklına "Acaba bu işin arkasında ne var? Ne gibi bir çıkar ve rant var? Bu işin arkasında neler dönüyor?" sorularını getiriyor. Bu konuda, Hürriyet yazarı Yalçın Doğan'ın şu ifadelerine katılmamak imkansız:

"Birleşmiş Milletler’in, Dünya Bankası’nın, çeşitli uluslararası kurumların yıllık raporları yirmi yıldır buralardaki açlık ve sefalete geniş yer veriyor, yardım çağrılarında bulunuyor. Şimdi aniden ne oluyor da, dünya ve biz Somali kampanyaları yürütüyoruz?"

Somali'ye yardım kampanyaları, bağışlar sürerken, yaşanan bir gelişme dikkatleri çekti. O da şu: Kızılay Başkanı Tekin Küçükali'nin "sağlık gerekçesiyle" ani istifası... Yardım kampanyaları sürerken, Küçükali'nin ani istifası "Acaba Somali'ye yardım işinde usülsüzlükler mi dönüyor ve Küçükali bu yüzden mi istifa etti?" yorumlarının yapılmasına sebep oluyor. Dipnot.tv "Gel de İnan!" derken, Odatv'de Nihat Genç bunun ardında siyasî bir durum olduğu yorumunu yapıyor, AKPli eski milletvekili Feyzi İşbaşaran da istifanın siyasî boyutu olduğu yorumunu yaparak bazı iddialarda bulunuyor. Hürriyet'ten Yalçın Doğan ise şu yorumu yapıyor:  

"En büyük yardım kampanyası için kolları sıvıyor. Herkesi kampanyaya davet ediyor, ama kampanyanın daha başında, "sağlık gerekçesiyle" görevinden istifa ediyor. Kızılay Başkanı Tekin Küçükali ani istifasıyla herkesi şaşırtıyor...Geçen hafta Başbakan Erdoğan kendisini Dolmabahçe’ye çağırıyor. Görüşme sonrasında Küçükali görevinden istifa ediyor. Kampanyaya hevesle giren, ama kampanya başlamadan “yoruldum” diyerek ayrılan Küçükali’nin açıklamasına siz inanıyor musunuz?"

Bu arada iş dünyasının, Somali'nin durumunu fırsata çevirmesi konusunda 18 Ağustos 2011'de Birgün Gazetesi'nde "Somali'yi Fırsata Çevirmek!" başlıklı bir haber çıktı. Haberde, maden sektöründe çalıştırılmak üzere Somali'den işçi getirilebileceği ifade ediliyor. İş dünyası bunu "halkımız iş beğenmiyor" bahanesi ile savunuyor ve bunu "Somalililere balık tutmayı öğreteceğiz" bahanesi ile de destekliyor. Tamam, fakir halkın iş sahibi olmasında, onların da çalışması ve kendilerine yetecek düzeye gelmesi konusunda elbette itirazımız olamaz ama burada, iş dünyasının bu niyetinin ardında "insanî" nedenler mi var yoksa "tamamen duygusal" yani hem ucuza hem de daha uzun sürelerde ve ağır işlerde işçi çalıştırma ve böylece işçi maliyetlerinde kâr etme ve köle gibi kullanma düşüncesi mi var?


Sonuç

İlahiyatçı İhsan Eliaçık'ın her daim eleştirdiği, Meclis Başkanı Cemil Çiçek'in de artık isyan ettiği zengin ve lüks iftar sofralarında şaşaa ve gösteriş yapanlar bu yardımı ve kampanyayı yürütüyorlar. Bu işin ardında ne olduğunu, altından neler çıkacağını ve bunun yeni bir Deniz Feneri vakasına dönüşüp dönüşmeyeceğini zaman gösterecek. Yoksa bu güruh, İhsan Eliaçık'ın birkaç gün önce Habertürk TV'deki Karşıt Görüş programında sarf ettiği gibi bu gösteriş ve şaşaalarına devam etmek için bahane olarak bunu mu kullanacak? Her şeyi zaman gösterecek...

İşin rant kısmı dışında benim düşündüğüm bir diğer konu da bu konunun yakın zamanda unutulacak olması. Ramazan ayının gelmesiyle "Sosyal İslam, yardımlaşma" gibi kavramların bahanesiyle başlatılan bu konu Ramazan sonrası unutulur mu? 

Kısaca, bu kampanyayı yürütenlerin sırtlarında büyük bir yük var ve yazıda dile getirdiğim olumsuz durumlar konusunda ise haksız çıkmayı umarım...

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...