18 Temmuz 2011 Pazartesi

Giderek Düşen TNT ve Giderek Yükselen Bloomberg HT

Aslında öyle çok fazla televizyon izleyen birisi değilim. Hatta televizyonu pek sevmem bile. Bazen öylesine sıkıntıdan yapacak bir şey olmayınca, bazen de mecburiyetten izliyorum... Günümüzde TV kanallarını ve TV programlarını beğenmiyorum. TV'yi açıp kanalları dolaştıktan sonra "televizyonda bir şey yok" deyip kapattığım çok olmuştur. O kadar çok TV kanalı olmasına rağmen nasıl oluyor da bu kadar berbat programlar yapılabiliyor ya da nasıl oluyor da adam gibi bir program çıkamıyor, şaşıyorum doğrusu. Bunu becerebilmek bir marifet olsa gerek... 


Televizyon izlemiyorum dedim ama televizyondan uzak değilim, uzak olamıyorum maalesef. Malum, Türkiye gibi televizyon bağımlısı, hatta televizyon manyağı bir ülkede yaşıyorum. İster istemez TV'de ne var ne yok öğreniyorum, öğrenmek zorunda kalıyorum, çoğu zamanda istemediğim hâlde TV ile ilgili bilgi bombardımanına tutuluyorum. Halk olarak tutuluyoruz aslında, gerek çevremiz vastasıyla gerekse de TV dışındaki haberleşme ve kitle iletişim araçları vasıtasıyla. Öyle ki hiçbir bölümünü izlemediğimiz dizilerde kimler oynuyor, konusu ne, ne olmuş ne bitmiş her şeyi biliyoruz, -sağ olsun- haber kaynaklarımız vasıtasıyla.

TV'yi pek izlemesem de TV'de kaliteli kanallar ve programlar olması vasıtasıyla bu yazıyı yazıyorum. Başlıktan da anlaşılacağı üzere iki kanala değineceğim bu yazıda: TNT ve Bloomberg HT.


TNT (Turner Network Television), yabancı dizi ve çizgi dizi yayını yapan ABD çıkışlı bir televizyon kanalıdır. Doğan Grubu tarafından Türkiye'ye getirilen kanal, Türkiye'de 3 Mart 2008 tarihinde yayın hayatına başladı. CNN Türk gibi TNT de, Türkiye'de Doğan Yayın Holding ve Turner Broadcasting System Company ortaklığıdır.

Kanalın Türkiye'ye geldiği ilk zamanı hatırlarım. O dönem karasal yayından izlenebilen CNN Türk'ü dijitale kaydırmıştı Doğan Grubu ve yerine yeni kanalı TNT'yi koymuştu. Amaç ise yeni kanalını kitleye duyurmak ve kanalın izlenirliğini artırmaktı... Değişik bir versiyonla gelmişti TNT Türkiye'ye. Diğer kanallardan farklıydı. Kaliteli yayınlar yapıyordu, en azından diğer kanallar gibi işin bokunu çıkarmıyordu. Sabah akşam, dublajlı ya da altyazılı filmler, diziler yayınlıyordu. (Tabii Amerikan kaynaklı diziler, filmler olduğunu belirtmeme gerek yok sanırım.) Kaliteli diyorum çünkü Türk yapımı ile yabancı yapım arasındaki farkı görebiliyorduk. Türk dizisi ne kadar uzun, sıkıcı, saçma ise bu kanalın dizileri o oranda kısa (en uzun dizi, reklam dahil 1 saat sürüyordu, düşünün artık!), kaliteli idi. Çekimlerdeki kalite de bariz bir şekilde kendini gösteriyordu.

TNT kanalını o dönem sık izlerdim çünkü diğer kanallardan kaliteliydi dediğim gibi. Hatta bazen TV açık kaldığında bu kanal açık dururdu. Ama bu uzun sürmedi. Önce Türk filmi yayınlamaya başladılar ve Türkiye'ye yeni giren her kanal gibi (örneğin Fox) ya da yeni kurulan her kanal gibi, önce Kemal Sunal, vb. isimlerin filmlerini yayınlamaya başladılar. Aslında bu noktada bir sorun yoktu, hoştu aslında Will & Grace'in, Supernatural'in, Hotel Babylon'un, Cashmere Mafia'nın, vs. yayınlandığı kanalda Kibar Feyzo'nun, Erkek Güzeli Sefil Bilo'nun, vs. yayınlanması ama şunu belirtmek gerek, aslında kanalın kalitesi bu noktada düştü ya da kanal bu noktada gerilemeye başladı.

Önce Türk filmi yayınlayarak yayın politikası ve kalitesinden ödün veren kanalın bugününe baktığımızda Mehmet Ali Erbil'in yarışmasından Hülya Avşar Show'a, sabah (kadın) programından magazin programına, ne kadar gereksiz ve eleştirdiğimiz yayın varsa hepsi burada. Hatta izdivaç programı bile var, yuh artık! Yeni yayın döneminde ise artık Türk dizileri yayınlama kararı almış. İyice o sıradan, kalitesiz, eleştirdiğimiz kanallara benziyor, benzedi hatta TNT. Burada şu soruyu sormak farz oluyor: Madem diğer kanallara benzeyecektin, neden geldin Türkiye'ye öyleyse? Benzer şekilde TV'de birçok kanal(ın) varken, ne diye zahmet edip de bu ülkeye bu kanalı getirdin Doğan Grubu?.. Anlaşılan kanal ısrarla izlenmemek ve sıradanlaşmak için elinden geleni yapıyor. Bu kanal için diyeceğimiz, keşke Türk filmi yayınladığında orada kalsaydı. En azından kanalda ek olarak sadece Türk filmi olurdu, o da Türkiye farkı olurdu... Ve son diyeceğimiz, Ahmet Muhip Dranas'ın "Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye abla!" dediği gibi "ne iyi kanaldın sen TNT"!!!


Bahsedeceğim diğer kanal ise Bloomberg HT... "Kazananların kanalı" sloganıyla, Türkiye'de Ciner Grubu bünyesinde 27 Ocak 2010'da yayın hayatına başladı Bloomberg HT. Eski Kanal 1'in frekansını kullanan ve o frekanstan yayın yapan kanal ekonomi ağırlıklı yayın yapıyor. Bu çizgisinden hiçbir şekilde ödün vermiyor ve gün boyu tam anlamıyla ekonomi programları olan kanalda, tüm gün ekonomi ile ilgili veriler ekranın altından geçiyor. Kanal, tüm dünya borsalarını, ekonomisini takip ediyor, haliyle de sadece gündüzleri değil, akşamları ve geceleri de kanalın alt kısmı ekonomi haberlerine ve borsaya ayrılıyor. Tek istisna ise prime-time diye adlandırılan yayın dilimi ve geçtiğimiz günlerde sona eren ve şu anda tekrarları yayınlanan "Kelime Oyunu" yarışması. Kanal aslında sadece borsa ve ekonomi haberleri vermiyor, aynı zamanda reel sektör de kanalın ilgi alanı.

Peki, Bloomberg HT'nin övdüğüm yanı ekonomi kanalı olması mı? Değil elbette. Bu ülkede Bloomber HT'den başka da ekonomi kanalları var, mesela CNBC-E. Üstelik ekonomi konusu benim ilgi alanıma girmiyor pek, sevmem hatta. Yok borsaymış, fazi oranlarıymış, dalgalı kurmuş, hiç anlamam bunlardan... Peki, konu ne öyleyse? Konu şu, bu kanalın ekonomi dışında yaptığı yayınlar ve bu yayınların bazıları gerçekten kaliteli... 

Geceleri çok güzel belgeseller yayınlıyor bu kanal ve ceza olarak belgesel yayınlama cezası verildiği ülkemizde gerçekten takdir edilesi bir davranış. Onun dışında "Dragons' Den Türkiye" programı var, ki gerçekten çok farklı bir program. Programda yenilikçi ve yaratıcı iş fikirleri aranıyor. Bununla birlikte, kanal bu programın Amerikan versiyonunu da yayınlayarak Türk ve Amerikan iş fikirlerini, iş dünyasını karşılaştırmaya yarıyor.


Aslında bu yazıyı yazmanın ve Bloomberg HT'den bahsetmemin sebebi, bu kanalın yayınladığı iki program. İlki "Kelime Oyunu" yarışması. Türkçe'nin ayaklar altına alındığı, televizyonlarda bunca rezilliğin olduğu bir ortamda çöldeki bir vaha gibiydi bu yarışma. Türk Dil Kurumu başta olmak üzere birçok kurumdan ödül alan yarışma, hem yeni şeyler öğretiyor, hem Türkçe'ye katkıda bulunuyor, hem de akşamları TV'de izlenecek bir alternatif, hatta ana program oluyordu. Kanalın belki de joker diye adlandırabileceğimiz bu yarışmasının başarılı olmasında ve halk tarafından tutulmasında, son dönemde Türkçe'yi en düzgün kullanan sunuculardan olan ve aynı zamanda sempatik olan İhsan Varol'un payı büyük. Her akşam ekranları şereflendiren bu yarışma maalesef 10 Temmuz 2011 Pazar günü yaptığı final yayınla sona erdi... İkinci program ise "Stand-Up Comedy" isimli program. 15 Temmuz 2011 Cuma günü yaptığı yayınla yayına başlayan ve Amerika'dan devşirilme program, sadece Türkiye'deki değil dünyadaki birçok komedyenin (Jim Carrey, Woody Allen, vs.) stand-up geleneğinden (aslında bir nevi bizim eski meddahlık geleneği) geldiğini vurguluyor. Bu amaçla "% 100 yerli % 100 Türk" sloganıyla Türkiye'nin yeni komedyenlerini arıyor. Türkiye'de bir ilk olan ve aslında gerekli olan program, ilk yayınıyla gelecek için umut verdi ve artık TV'de izlenebilecek kaliteli programlar arasında yerini aldı. Ancak bu programla ilgili ekşisözlükteki şu yorumu da eklemeden geçemeyeceğim: "%100 Yerli, %100 Türk ama adı İngilizce olan program."


Şu anki durumu itibariyle kalitesini giderek yükselten ve TNT'nin aksine, ana kanal politikası ile dinamiklerini sarsmadan, kilit taşlarla oynamadan ana programlar dışında alternatif ve kaliteli programlar yayınlayan Bloomberg HT TV'de izlenebilecek alternatif kanallar arasında. Üstelik kanal, Yiğit Bulut yüzünden gittikçe kalitesini yitiren Habertürk'ün de arkasını topluyor bir nevi... Kanalın programları, özellikle "Stand Up Comedy" programı bu senenin yıldızı olacak gibi. Üstüne bir de İhsan Varol'un yeni yarışması "Doğru mu? Yanlış mı?" gelince tadından yenmeyecek gibi duruyor...

10 Temmuz 2011 Pazar

Modern (!) Batı Soykırım Yapar, Mağdurlar da Barbar (!) ve Soykırımcı (!) Türklere Sığınır

Önceki gün (9 Temmuz) akşamüstü TV'de izleyecek bir şeyler için kanalları gezerken Habertürk TV'de bir söyleşiye denk geldim. Konu, Türk Pasaportu isimli bir belgeseldi. 18 Mayıs 2011'de Cannes Film Festivali'nde galası yapılan ve Ekim 2011 itibariyle vizyona girmesi beklenen belgesel, 2. Dünya Savaşı sırasında Musevilere Türk pasaportları sağlayarak onları kurtaran Türk diplomatlarını anlatıyor. O dönemde, trenyolu ile Türkiye'ye getirilen Museviler Sirkeci Garı'na getiriliyormuş. Bu vesileyle, canlı yayınlanan program Sirkeci Garı'nda yapıldı ve belgesel ekibinin yanı sıra, 500. Yıl Vakfı başkanı olan ve aynı zamanda belgeselin tarih danışmanlığını yürüten Naim Güleryüz ile Nazi Almanyası'nda, Türk diplomatlar tarafından soykırımdan kurtarılan bir Musevi vardı (adını unuttum). Programın geldiği, daha da ötesi belgeselin anlattığı ve afişinde de yer alan nokta şu: "Bir insanı kurtaran, bütün insanlığı kurtarmış gibidir." Bunun gerek Kuran-ı Kerim'de gerekse Tevrat'ta/Talmut'ta yer aldığı belirtildi. Gelinen/vurgulanan diğer bir nokta ise o Türk diplomatlardan kahraman diye bahsedilmesi ve başta o diplomatlar olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne ve başta İsmet İnönü olmak üzere dönemin yöneticilerine minnet ve teşekkür idi...

Yahudiler ile Türkiye'nin ilişkisi sadece Nazi döneminde soykırımdan kurtarmadan ibaret değil. Ondan önce de, hatta 2. Dünya Savaşı henüz başlamadan önce de Türkiye'ye gelen, Türkiye'ye sığınan Yahudiler olmuştur. O dönemde Almanya'dan çok sayıda profesör, doçent, bilim insanları Türkiye'ye sığınmışlar, hatta konuyla ilgili olarak Einstein Atatürk'e önce konuyla ilgili rica, ardından ise minnet ve teşekkür mektupları yazmıştır. Atatürk, Türkiye'ye gelen Yahudi profesörler, bilim adamları ile birlikte Einstein'ı da Türkiye'ye davet etmiş, ancak kendisi ABD'ye gitmek istediğini belirtmiş ve teşekkür ederek reddetmiştir... Bütün bu olanlara karşın, bugün İsrail Devleti'nin kendisinin de zaman zaman soykırıma varan, devlet terörüne varan faaliyetlerde bulunması, gerek İsrail Devleti'nin, gerekse de yerli-yabancı Musevilerin (hepsi değil tabii ki, bu tür faaliyette bulunmayanları tenzih ederim) Türkiye ve Türkler aleyhine faaliyetlerde yer alması, Türkiye'ye karşı PKK'yı koruması, kollaması, eğitmesi, beslemesi, vs. trajikomiktir... Ancak, Musevilerin, Amerikan Kongresi'nde "Türkler Ermenilere soykırım yapmıştır." şeklinde bir karar çıkmaması için yaptığı lobi faaliyetlerini göz ardı edemeyiz, ancak karşılığında mutlaka bir şeyler verilmektedir...


Habertürk'teki programı izledikten sonra ise kanalı değiştirdiğimde, Bugün TV'de haber bülteni vardı ve o anda bir habere denk geldim. Haber, Genç Boşnaklar Derneği'nin "Adalet için Bir Adım da Siz Atın" sloganıyla düzenlediği "8372 Projesi" kapsamında toplanan ve İstanbul Taksim Meydanı'nda sergilenen 8372 çift ayakkabıydı... Neden? Nedeni şu: Ratko Mladiç komutasındaki Sırpların, 11 Temmuz 1995 tarihinde, Srebrenits'da Boşnaklara karşı uyguladığı soykırım neticesinde, resmî rakamlara göre ölen 8372 Boşnak'ı anmak ve soykırımı unutturmamak. Bu kapsamda, sitede şu yazıyor: "II. Dünya savaşından sonra Avrupa'da yaşanmış en büyük soykırım bu sene Türkiye'de Kınanacak... Resmî rakamlara göre 8372 kişinin katledildiği soykırımın anısına 8372 çift ayakkabının toplanması amaçlanıyor." Sitede ayrıca, projenin amaçları arasında yer alan şu ibareler de dikkat çekici:  

-"Toplanan ayakkabılar Taksim Meydanı'nda sergilenecek. Ayakkabılar "UN" şeklinde sergilenecek.Bu yolla Birleşmiş Milletler ve uluslararası toplumun suçunu hatırlatacağız." 
-"Modern kitle iletişim araçlarını kullanarak Birleşmiş Milletleri incitmek (fotoğraf, video, yazı…)"
-"Birleşmiş Milletlerin verdiği koruma sözünü tutmadığını kamuoyuna duyurmak ve Batı'nın 2. Dünya Savaşı'ndan sonra verdiği "Never Again" (Bir Daha Asla Tekrarlanmaz) sözünü hatırlatmak ve "Never Again" hayalinin olamadığını göstermek." 
-"95 yılında yaşanan Srebrenitsa Katliamına Birleşmiş Milletlerin göz yumduğunu insanlara hatırlatmak." 
-"1995 ve sonrasında Srebrenitsa'da yaşanan olaylarda Birleşmiş Milletler ve uluslararası toplumun suçluluğunu hatırlatmak."

Haberde, orada olan Haluk Levent'in dediği gibi bu, insanlık tarihinin gördüğü en acımasız vahşetlerden, katliamlardan biriydi. TV'lerin, gazetelerin, radyoların olduğu, bilgisayarların çalıştığı, internete girilebildiği, telefonlarla iletişimin kurulduğu bir çağda, Avrupa'nın ortasında, herkesin gözü önünde tam 3 yıl sürdü bu katliam. İnsanlar katledildi, kocalarının, kardeşlerinin, çocuklarının önünde kadınlara tecavüz edildi... Kimse görmedi, duymadı. Herkes 3 maymunu oynadı... Tam tersi bir durum olsaydı, yani Boşnaklar Sırplara aynısını yapsaydı, gene 3 maymunu oynar mıydı bizim modern batımız? Modern (!) batının görmediği, duymadığı bu katliama sadece dünyanın barbar olarak nitelediği, "siz Ermenilere soykırım yaptınız" dediği Türkiye sesini çıkartıyordu ya da çıkartmaya çalışıyordu. Ha ne kadar çıkartabildik, o da tartışılır. Ama buna rağmen Boşnaklar Türkiye'ye sığındı, Tükiye'ye minnet duyuyor, biz Türkleri seviyorlar. Burayı da vatanları biliyorlar...

Aslında Türkiye'nin, Türklerin Boşnaklarla ilişkisi çok eskiye dayanıyor. Ta Osmanlı zamanından itibaren kurulan bir dostluk, kardeşlik, sorunsuz bir şekilde bugünlere geldi ve devam ediyor. Osmanlı'da gayrimüslim sayılmayan, devşirilmeyen Boşnaklar, günümüzde de yabancı olarak değerlendirilmiyor. Öyle ki, futbolumuzda bile Boşnak furtbolcular yabancı futbolcu statüsünde değerlendirilmiyor, yerli futbolcu sayılıyor. Boşnaklar da buna mukabil, olumsuz bir durum sergilemiyor, Türkiye'yi (en azından 2.) vatanları biliyor. Hatta Türklüğü savunan, Türklerden daha fazla Türk milliyetçisi Boşnaklar da mevcuttur...


Aslında Türkiye'nin soykırımlarla, katliamlarla mücadele ve koruculuk görevi bu kadar değil. Modern (!) batının desteklediği Ermenistan, 1991'de Azerbaycan'a ait Dağlık Karabağ'ı işgal ettiğinde ve 26 Şubat 1992'de Hocalı'da, 613 Azeri Türkü'nü soykırıma tâbi tuttuğunda da kimse görmedi, duymadı... Aslında biz de pek bir şey yapmadık görünürde ama alttan Azerileri destekledik o dönem. Bu konu açıldığında Azeriler, resmî olarak olmasa da gayrıresmî olarak Türkiye'nin desteğini gördüklerini belirtirler. Her ne kadar, resmî olarak devlet katında dile getirilmese de halk bazında acısı hissedilen ve bahsi açılan bir acı Hocalı Soykırımı ve Dağlık Karabağ'ın Ermenilerce işgali... Yine, her ne kadar mevcut iktidar döneminde siyasî olarak küstürülse de Azerbaycan bizim kardeşimizdir...

Topraklarından zorla koparılan, sürgün edilen Ahıska Türkleri, Çerkezler ve bilumum etnik unsurlar için de yardım elini açan, yurt yapılan yer Türkiye olmuştur. Açık İstihbarat sitesi yazarı Fatma Sibel Yüksek bir yazısında, bu durumu şöyle vurguluyor: "Yurdunu kaybetmenin ne demek olduğunu Çerkeslerden daha iyi kimse bilemez. İşte onun içindir ki, kendilerine yurdunu, yuvasını açan, eşit ve itibarlı vatandaş statüsü veren, en stratejik kurumlarının yönetimini teslim eden, güzel ve iffetli kızlarını el üstünde tutan, "Çerkes gelin aldım" diye övünen Türk Milletine her zaman vefa duydular. Kendilerini bu büyük milletin bağrından koparmaya çalışanların oyunlarına gelmediler." Fatma Hanım'ın da belirttiği gibi, son dönemde etnik ayrılıkçılara özenen bazı Çerkez gruplar ortaya çıksa da Çerkezler genel olarak onlara yüz vermediler...


Bahsettiklerime ek olarak, Rumların ENOSIS sevdası yüzünden Kıbrıs'ta Türklere karşı giriştiği soykırım dolayısıyla, 20 Temmuz 1974'te "Kıbrıs Barış Harekâtı" adıyla adaya barış getirmek için giden gene Türkiye olmuştur. Türkiye, Zürih ve Londra Antlaşması'nın 4. maddesine istinaden, garantör devlet olarak müdahale etmiş, soykırım mağduru Kıbrıs Türklerine destek olmuştur... Üstelik, kuzeyde KKTC adıyla devlet kurulmuştur. Ancak, soykırımcılara ses çıkartmayan, onları görmeyen, duymayan modern (!) batı, barbar (!) adını verdikleri Türklerin buna müdahalesine işgal demiştir... Maalesef, günümüzde adanın kuzeyinden de bu duruma işgal diyenler yer almaktadır ve yine maalesef Türkiye olarak harekâtın sebepleri, haklılığı iyi aktarılamamış, kurulan devlet uluslararası alanda tanıtılamamıştır. Son dönemde, mevcut iktidarın bu konudaki olumsuz tutumu ve barış için Türklerin kuzeydeki devleti KKTC'nin varlığına son verilmesi gerektiği şeklindeki düşüncesi ve politikası da işin diğer acı tarafıdır...

Aslında yazılacak çok örnek var ama bu örnekle son vermek istiyorum: 1988'de Irak'ta Saddam Hüseyin yönetimi, Halepçe'de yaşayan yaklaşık 5000 Kürt'ü katletti ve bu, tarihe Halepçe Katliamı olarak geçti. Katliamdan kaçanlar, kurtulanlar ise Türkiye'ye sığındı, özellikle Mardin ve Diyarbakır bölgesine yerleştirildi. Batı bunu da görmedi o dönemde. Henüz Saddam ile işinin bitmemiş olması ve Saddam'ın sonunun gelmemiş olması bunda büyük etken tabii ki... O dönemde, yeni yeni ortaya çıkan "Kürtlere Özgürlük", "Özgür Devlet" gibi sloganlarla ortaya çıkan PKK terör örgütüne rağmen Türkiye Kürtleri kabul etmiştir... Bütün bunlara rağmen ve üstelik "Türkiye Kürtleri eziyor" dendiği dönemde Kürtlerin Türkiye'ye sığınması ironiktir. Ancak günümüzde, her şeyin unutularak Türkler ve Türkiye aleyhine (hepsi değil tabii ki, bu tür faaliyette bulunmayanları tenzih ederim) sergilenen tutum ise yoruma açıktır...


Tarihi soykırımlarla dolu olan batının kendini medeni, modern olarak tanımlaması, insan hakları havarisi kesilmesi, buna mukabil Türkleri barbar, geri kalmış, soykırımcı olarak nitelemesi ironik bir yaklaşım. Kendilerinin tarihi soykırımlarla dolu olmasına, yapılan soykırımları görmek, duymak istememelerine, ses çıkarmamalarına rağmen, bizleri soyırımcı ilan ediyorlar... Ermenileri soykırıma tâbi tutmuşuz! Tehcirin, yani ülke içinde yer değiştirmenin adı soykırım olmuş. Evet, ülke içi çünkü o dönemde Ermenilerin nekledildiği yer olan Lübnan daha Osmanlı toprağıydı... Bütün bunlara karşın, Ermenistan'ın arşivlerini açmaması, ortak tarih komisyonuna karşı çıkması büyük bir soru işareti. Aslında herkes gerçeği çok iyi bilmekte ama işine gelmemekte, siyasî olarak kullanmaktadır. Burada bizim sorumsuzluğumuz, başarısızlığımız devreye giriyor... Haydi hepsini geçtim, madem Türkler barbar, soykırımcı, öyleyse neden yukarıda bahsettiklerim Türklere, Türkiye'ye sığındı???

Sanırım biz de artık barbar olmaktan sıkıldık ve medenilerin arasına katılmaya karar verdik!!! İlk olarak 1950'de ABD'nin emriyle, bizimle hiç ilgisi olmayan Kore'ye gittik, ABD'nin emri altında Güney'i tuttuk, Kuzey ile Güney'i ayıran emperyalist savaşta Kuzey'e silah sıktık... Son dönemde ise durum tamamen içler acısı. Afganistan'da ABD'nin, Lübnan'da İsrail'in arkasını toplamak için bulunuyoruz. Irak'ta ise yaşanan katliama resmen sessiz kaldık. Irak'ta insanlar katledildi, tecavüze uğradı, her şey yapıldı ama ses çıkarmadık. Mevcut hükümet resmî olarak olmayınca gayrıresmî olarak ABD'ye bu emperyalist müdahalesinde destek oldu. Telafer'de Türkmen soydaşlarımız katledildi, biz ses çıkarmak yerine "vatansever (!) ABD askerlerinin evlerine sağ salim dönmesi" için dua ettik, Irak'tan pay kapmaya çalıştık... Son olarak ise daha 100 yıl öncesine kadar bizim olan ve 1911'de Mustafa Kemal'in halkı örgütleyerek savunduğu Libya'ya, bugün, hem de o dönemde saldıranların tarafında yer alarak Libya'nın paylaşımı için emperyalistlerin peşine takıldık...

Aslında yazacak çok şey var ama yeter...

Son söz: İnsanlığa soykırım uygulayanlara, katledenlere lanet olsun... Başta bugün (11 Temmuz) yıldönümü olan Srebrenitsa Soykırımı'nda ölen Boşnaklar olmak üzere tüm soykırım, katliam şehitlerine Allah'tan rahmet, yakınlarına ve uluslarına başsağlığı diliyorum...

ShareThis

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...